Türkiye’de yaşamaya başlamamızın üzerinden neredeyse iki yıl geçti. Her ne kadar ömrümüzün ilk 26 yılını Türkiye’de geçirsek de, geri kalan uzun bir bir bölümünü Hollanda’da geçirdiğimiz için bir uyum/alışma sorunu yaşadığımızı söyleyebilirim. Takip eden okuyucuların da hatırlayacağı gibi, daha önceki yazılarımda bunların bazılarına değinmiştim. Bu yazımda ise bir başka soruna değineceğim.
Bu sorun öyle bir sorun ki, toplumu her açıdan yozlaştırmakta ve hatta yolsuzluğa davetiye çıkardığı gibi onun kanıksanmasına da sebep olmaktadır. Lafı fazla uzatmayıp sadede gelelim. Demokrasinin vazgeçilmez unsuru seçimler ve seçim sürecinden bahsediyorum. Demokrasi deyince aklınıza sürecin başından sonuna kadar işleyen bir kavram gelmesin. O sadece oy verme günü kavramın ruhuna uygundur. Onun dışında süreç boyunca demokrasi kimsenin aklına gelmez. Bir başka ifadeyle kimsenin işine gelmez.
Önce Demokrasilerde sürecin nasıl işlediğine bakalım. Güncel olan yerel seçimler olduğu için, onu temel alarak, demokratik ülkelerde süreç nasıl işler, aday(lar) nasıl belirlenir, seçim programı nasıl hazırlanır, kampanya nasıl yürütülür ve bütün bu çalışmaların kaynağı (bütçesi) nasıl oluşturulur gibi soruları cevaplamakla işe başlayalım.
Eğer ufukta bir seçim görünüyorsa, ki bu çok önceden bellidir, partiler hazırlıklara başlarlar. Bunun için program ve adaylarını belirlemek için tavsiye komisyonları kurulur. Bütçeler oluşturulur ve kimlerin aday olabilecekleri ilan edilir ve böylece süreç başlamış olur. Aday adaylığı için parti üyeliği ve yasal engel olmaması yeterlidir. Yönetimler de sürecin sorunsuz işlemesi için bir takvim oluştururlar.
Komisyonların hazırladığı taslak seçim programları ve aday listeleri üyelerin onayına sunulur. Üyeler hem seçim programı he de aday listelerinde değişiklik yapma hakkına sahiptirler. Ekleme ve çıkarma bunlara dahildir. Bunun için genel kurula katılanların çoğunluğunun oyunu almaları yeterlidir.
Kampanya ve bütçe ise demokratik ülkelerde şeffaf olmak zorundadır. Aksi takdirde seçilecek olan(lar) şaibeli duruma düşer ki, bunun faturası çok ağır olur. Kampanya bütçeleri Batı Avrupa demokrasilerinde partiler tarafından belirlenir ve bunun ana gelir kaynağı üyelerin ödedikleri aidatlardır. Ayrıca bunun için bağış kampanyaları da yapılmaktadır, ancak bunun da sınırları vardır. Şayet herhangi bir aday kendi cebinden bir harcama yapmak isterse, bunu seçim için oluşturulan bütçeye bağış şeklinde yapar. Aksi durumlar hep şaibeli sayılır.
Bu süreç Türkiye’de maalesef çok farklı işlemektedir. Seçim sürecinde partilerin yerel idareleri kampanyaların sadece figüranlarıdırlar. Ne başkan adayını belirleme ne de bir aday teklifi hakkına sahiptirler. Sözümona temayül yoklamaları yapılsa da bunlar manipülasyondan başka bir şey değildir. Merkezi yönetimlerin dayattığı adayı kabullenmekten başka çareleri yoktur. Hem de o güne kadar partiyle uzaktan yakından hiç bir ilgisi olmayanların aday yapılması durumunda bile söz hakları yoktur. Tepeden inme bir yöntemle aday belirlenince diğer aday adayları durumu kabullenmek yerine başka partiler kanalıyla aday olma çabası içine girmektedirler ve bu çoğu zaman mümkün olmaktadır. Burada parti ideolojisinin esamesi bile okunmamaktadır. Mesela sol görüşlü birisi sağ çizgide bir partiden aday olabilir. Bunun tersi de mümkündür tabii ki. Partilerin yerel idarecilerinin esamesinin okunmadığı bir durumda üyelerin etkisini konuşmak abesle iştigalden başka bir şey olmaz. Zaten aidat bile ödemeyen üyelerin de öyle bir beklentileri de yoktur.
İnsan, tabii ki nasıl bir demokrasidir bu demeden kendini alamıyor. Yaşadığı şehrin, partisi adına yöneticisini belirleme hakkının olmadığı bir durumda hangi demokrasiden bahsedebiliriz? Parti içi demokrasi olmadıktan sonra üyelerin işlevi ne olabilir? Türkiye’de ancak seçim kampanyasının ayakçısı ve figüranı olurlar. Başka da bir katkıları olmaz.
Bunun bir de seçim programı ve kampanya bütçesi boyutu var. Bu başlı başına bir sorun. Partilerin seçim programını genel merkezler belirliyor. Bunlar da çok genel ve ilkeseldirler. Yerel sorunlar ve onların çözümleriyle ilgili bir şey bulunmaz. Aslında sıkıntı burada da değil. Genel merkezler ana hatlarıyla seçim programlarını hazırlayabilirler, ancak yerel yönetimler bunu somutlaştırmalıdırlar. Bunu yapacak olan da partilerin yerel şubeleridir. Peki bu olmuyor mu derseniz, maalesef hayır demek durumundayım. O işi adaya bırakıyorlar. Artık bundan sonrası adayın sihirli şapkasından ne çıkaracağında.
Bütçe ise başlı başına kaygı duyulması gereken bir konu. Nedeniyse kampanya bütçesinin tamamı ya da büyük bir kısmı adayların kendileri ve onların etrafındaki bir kaç zengin tarafından tahsis edilmektedir. En önemlisi de şeffaf değildir. Türkiye’de seçim kampanyası yürütmenin maliyeti oldukça yüksektir. Seçim ofisleri, bir kaç ay sokaklarda fink atacak minibüs ve otobülerin giydirilmesi, yakıtı, bilboardlara ve apartmalara asılan devasa afiş ve posterler, (sosyal) medya reklamları, yemekler, eşantiyonlar gibi bir çok kalem gider vardır ve bunun için, büyükşehir belediyeleri hariç, partilerin katkısı sıfırdır. Bütün yük adaya ve onun çevresindeki birtakım zenginin üzerindedir. Örnek olması açısından, 28 bin nüfuslu bir ilçedeki bir adayın 100 milyon TL’yi seçim kampanyası için ayırdığını söylersek seçim maliyetinin boyutunun ne olduğu daha iyi anlaşılacaktır.
Sonuç olarak da siyaset zan altında kalmaktadır. Nasıl kalmasın? Farz edelim ki A partisinin adayı B seçimi kazandı ve başkan oldu. Alacağı maaş belli, şehrin büyüklüğüne göre 50.000 ile 150.000 arası bir maaş. Biz ortalama 100.000 diyelim. Başkanın beş yıllığına seçildiği göz önüne alınırsa toplam 6.000.000 (Altı milyon) maaş geliri olacak. Ancak yapılan harcamalar bunun birkaç misli. Bunu günümüzde idealistlikle açıklamak biraz zorlama olur. Hem idealist hem de çok paran varsa tamam, ama bunlar istisna maalesef. Hal böyle olunca da sistem siyasetçileri yolsuzluğa teşvik ediyor ya da yolsuzluğa çanak tutuyor diyebiliriz. Keşke yanılıyor olsaydım!
Previous PostLütfen yıkıcı yerine yapıcı eleştiri ile birbirimize kenetlenelim ve destek çıkalım.
Next PostAvrupa’daki iftar sofraları nasıl olmalı?