Gazetemiz için yaptığımız söyleşiler serisinde, Hollanda’nın birikimleriyle bu ülkenin gidişatını konuşmaya devam ediyoruz. Bu sayıda projektörümüzü iş dünyasının önemli simalarından biri olan Hikmet Gürcüoğlu’na çevirdik. Yaptığı işi bilerek yapan, donanımlı, fedakâr, hizmet sevdalısı, mütevazi, aydın, samimi bir kişiliğe sahip olan Gürcüoğlu, bu hâline rağmen mütevaziliğini hep koruyarak, kurumlara ve bu topluma katkı yapmaya devam ediyor.
Koç Et Mamulleri B.V sahibi ve HOTİAD Başkanı olan Hikmet Gürcüoğlu ile otobiyografik bir sohbet gerçekleştirdik. Konumu gereği, toplumunun ötesinde gibi gözüken, ama tam da merkezinde olan bu insanların özel hayatları kamuoyu tarafından merak edilir hep. “Nasıl biridirler, sevinçlerini hüzünlerini, heyecan, hayal ve umutlarını nasıl yaşarlar?” İşte, bu tür sorular etrafında Hikmet Bey’le ‘özel’ bir söyleşi gerçekleştirdik. Sohbetimizden keyif alacağınıza ve hayli istifade edeceğinize inanıyorum…
Hikmet Gürcüoğlu Kimdir?
HOTİAD’ın kurucu üyeleri arasında yer alan ve son iki dönemdir Denetim Kurulu Başkanlığı yapan Hikmet Gürcüoğlu, 1960 Sivas doğumlu, 1980 yılında eğitim amaçlı olarak Hollanda’ya geldi. Burada Petrol Yüksek Mühendisliği’ni bitirdi. 1978 yılında ağabeyleri tarafından kurulan firmada çalışmaya başladı ve 34 yıldır çalışıyor. Hollanda’da Koç Et Mamulleri B.V.’nin yanı sıra Türkiye’de de inşaat-turizm ve gıda sektörlerinde faaliyet gösteren Gürcüoğlu, evli ve iki çocuk babasıdır.
Nasıl bir çocukluk geçirdiniz?
Yedi çocuklu bir ailenin beşinci çocuğu olarak Sivas’ta dünyaya gelmişim. Güneş bir başka doğar, bir başka batardı bizim oralarda. İnsan boyu yağan karlar bütün kötülükleri örtbas eder, kirlenmiş olanları temizlerdi âdeta. Sevdalara inat yüceydi, karaydı ve yanıktı dağlarımız. Sevda üzerine söylenen türkülerle büyüdük. Türkülerimiz, o kara, o yanık ve o yüce dağlarda yankılanır ve gitmesi gereken yere, sevdalıya, bir turnanın kanat çırpmasıyla ulaşırdı. Büyükler ‘büyük’ gibi, çocuklar ‘çocukça’ yaşarlardı. Her şey, bütün ilişkiler dayanışma, paylaşma içerisinde yürütülür ve yaşanırdı ama, yükün çoğu anaların, kadınların omuzlarındaydı. Güzel olan her şey onların omuzlarında yükselir, ellerinde hayat bulurdu.
Babam kasaplık yapardı. Sucuk yapmak o zamanlar meslek gereği idi. Besicilik ve sağmal hayvancılıkla da uğraşırdı. İşin bu kısmında annem de görev alırdı. Tabii biz çocuklarda bize düşen her şeyi yapardık.
Öğrenciliği ve eğitimi seven, önemseyen bir tarafım vardı. Okul tatillerine herkes sevinirken ben biraz buruk karşılardım. Belki bunda, ‘tatil’ diye bir şeyi tanımamak bir etkendi. Zira mahallede hayat aynı akışıyla devam ederdi. Tatil sadece, okulun kapanması anlamına gelirdi. Tatil dönemindeki boş vakitlerimi kitap okuyarak doldurmaya, değerlendirmeye çalışırdım.
Tabii bir de bugünün çocuklarının pek bilmediği, yapmadığı; benim üzüntü ile izlediğim sokak oyunları oynardık. Sayılı üç-beş oyun ve oyuncağımız olsa da, onlar bize aitti; bizim icadımız, bizim ürünümüzdü. Doyamazdık o oyunlara; eşsiz bir keyif ve heyecan verirdi. O günleri yaşamış olmamdan dolayı kendimi şanslı addediyorum.
Nasıl bir gençlik dönemi yaşadınız, nasıl bir tahsil hayatınız oldu?
İlkokuldan sonra ortaokul ve liseyi Sivas, Turhal ve İzmir’de okudum. Ortaokuldan sonra subay olmak arzusu ile askerî liseye gitmek istedim. ‘Kontenjan doldu’ diye alınmadık. Liseden sonra siyasal bilimler daha çok ilgi alanıma girmişti. Mülkî idare idealim olmuştu. Belki hariciye diye düşünmeye bile başlamıştım. Ancak o yılların Türkiye’sinin siyasî ortamı belirsiz ve düşündürücü idi. Derken hukuk eğitiminde karar kılmıştım ki 12 Eylül askerî darbesi gerçekleşti. Hollanda’da yaşayan iki abimin desteği ile tahsilime bu ülkede devam etmek üzere 22 Eylül 1980 yılında Hollanda’ya geldim. Hukuk düşüncemi bir kenara koymak zorunda kaldım zira üç aylık bir dil kursu ile bu olacak gibi değildi. Teknik Üniversiteye gittim. Burada petrol mühendisliği tahsili yaptım. Aynı üniversitede mastır programını da yaparak tahsil hayatımı tamamladım.
14 bin mevcudu olan bir üniversitede sadece 14 tane Türk genci eğitim görüyorduk. Bugün aynı üniversitede yüzlerce gencimiz öğrencilik yapıyor. O grupla, hafta sonları bir araya gelirdik. Bir de futbol takımımız vardı. Otuz yılı aştı ama bu grupla hâlâ pazar günleri aynı salonda futbol oynuyoruz. Kondisyon eksildi, dizler ağrıyor ama keyif hâlâ aynı keyif. Bir de o yılların cuma akşamları vardı. Sazlı sözlü, tavla oyunları ile dolu dolu geçen geceler. Geriye dönüp baktığımda, yaşanan en güzel hatıralarım bunlar olarak kaldı. Gerisi sıkı bir çalışma idi. Zira hepimiz idealist idik, mutlaka başaracaktık. Öyle de oldu…
Nasıl bir evlilik yaptınız?
Eşim aileye yabancı biri değildi. Dayımın torunudur. Yani önceden tanış idik. Henüz daha öğrenci iken evlendik. Eşim de Hollanda’ya geldi. İki oğlumuz oldu. Onları büyüttük. Biri evlendi. Diğeri eğitimini bu yıl tamamlayacak. ‘Evlendirelim’ diyoruz, ‘mastır’ sonrası diyor. Eğitimleri önemli ama ben de torunlarım olsun istiyorum.
Nasıl bir aileden geliyorsunuz?
Dedelerim Bayburt’tan Sivas’a göç etmek zorunda kalmışlar. Tarihte, 93 Muhacirleri diye bilinen gruptur bu. 1877 Osmanlı-Rus savaşının başlaması ve Rus istilasının ardından insanlar canlarını, namuslarını kurtarmak için topraklarını terk etmişler. Böyle zorunlu bir göçün ardından gittikleri yerleri vatan-yurt bellemişler ve o yurdun yurttaşları olmuşlar tıpkı şuan bizler gibi…
Neleri okur, neler dinler, neleri seyrederdiniz?
Kitap okumak sevdiğim ve önemsediğim bir davranıştır. Hatta benim için dinlenmenin en etkin yoludur. Kitap okurken zaman ve mekân değiştirtirsiniz. Bu da dinlenmenin asıl gereğidir. Hafta sonları en müsait zamandır. Fakat başucu kitaplarım her zaman mevcuttur ve hemen hemen her akşam yatmadan biraz okurum. Önceleri roman, hikâye ağırlıklı kitaplar okurdum, yaşlandıkça bu değişmeye başladı. Artık daha çok araştırma ve belgesel türü kitaplar okuyorum. Roman olarak da biraz kendimi zorlayarak dünya klasiklerini tekrar okumaya çalışıyorum. Mesela şu anda elimde Goethe’nin “Weitherin Acıları” adlı eseri var. Bir tasvir şahanesi olan bu eseri okurken ben de o ortamlardan bir parça oluyorum.
Müziği severim. Özellikle halk müziği ve Türk sanat müziği sevdiğim türdür. Dinlemek güzeldir ama biraz da ‘söylemek lazım’ diye düşünürüm. Kendimce söylemeye de çalışırım. Acemice olsa da bazı enstrümanları çalarım. Pop müzikle aram hiç iyi olmadı. Bir kaç bilinen ismin dışında pop müzik alanında sanatçı ve parça bilmem. Zaten artık hafızam yeni parçaları almıyor.
İyi bir TV izleyicisi değilim. Hanıma takılıp, düzensiz de olsa izlediğim diziler oluyor. Ama benim tercihim hep haber bültenleri, haber magazin programları ve belgeseller oluyor. Maçların skorlarını hep sonradan duyarım. Takım tutarım ama 90 dakika maç izlemem.
Nelerden mutlu olursunuz?
Ben kolay mutlu olurum. Kanaatkâr olduğumu söylemiştim. Beklentilerim de büyük değildir. Olayları olduğu gibi kabule hep hazırımdır. Böyle olunca mutlu olmakta zor olmuyor.
Neler üzer sizi?
Duygusal tarafım vardır. Makul ölçülerde üzülürüm herkes gibi.
Hollanda göçü nasıl gerçekleşti?
12 Eylül ihtilali ile karışan ortamın belirsizliği ana etken olmuştur. Hollanda için vize uygulaması da henüz başlamamıştı. Daha iki hafta vardı. Dolayısı ile bu kararı vermek ve uygulamak zor olmadı.
Nasıl bir bağ oluştu Hollanda’yla?
Eğitim, evlilik, iş, çocuklar derken Hollanda’ya kök saldığımızı fark ettik. Artık bu ‘suyun balığı’ olmuştuk. Devamlı genişleyen bir sosyal çevre, arkadaşlık ilişkileri, çocukların büyümeleri, yuva kurmaları, onların bu ülkenin insanları olduğunu bilmek, Hollanda ile olan bağımızın organik, yani hayati bir hâl aldığını göstermekte. Eğitimden siyasete, ticaretten sosyal görevlere kadar her alanında bulunduğum bu ülke benim için, bir göçmenin ‘suni teneffüsle yaşadığı yer’ olmaktan çıkmış, gönül rahatlığı ile yaşadığım ‘ikinci vatan’ olmuştur. Yani Hollanda ile bir yurt, yurttaşlık ve bir aile bağımız oluştu.
Hayatınızın merkezine neleri koydunuz?
Ailem, işim, çevrem tabii ki merkezi dolduruyor. Fakat bir bu kadar da kendimde hissettiğim sosyal sorumluluk duygularım var. Mesela gençlerimizin tamamının geleceğimiz için olan önemi. Bu uğurda yapılması gereken her şey hayatın merkezine alınmalıdır…
Ekonomik krizi nasıl yorumlamak lazım?
Küresel bir boyutta olan bu krizden tabii ki Hollanda’da etkilendi. Bankacılık, sigorta şirketleri derken kriz dalgası üstlerden hızla altlara indi. Ardından reel sektörde de şirket iflasları, kapanmalar, kredilerde zorluklar derken toplumun tüm kesimleri bundan payını aldı. Büyük kayıplar yaşandı, işsizlik had safhalara ulaştı. Stabil bir döneme ulaşıldığı konusunda herkes hemfikir. Yavaş yavaş makro düzeyde iyileşmeye dair veriler kendini gösteriyor. Bizler tarafından hissedilir iyileşme hâlleri için sanki daha iki yıl sonrasını beklemek gerecek; zira bu defa da iyileşme dalgası yukarıdan aşağı doğru olacak.
Avrupalı Türklerin 50. yılını nasıl okumak, nasıl değerlendirmek lazım?
Ben bardağın dolu tarafını görme eğilimi olan bir insanım. ‘Eğer yüksek eğitimde kayıtlı ve mezun sayımız 24 bin ise, her dört aileden biri kendi mülkü olan konutta oturuyorsa, 20 bin civarı işletme kurmuş ve 70 bin kişiyi istihdam ediyorsak, kendimize haksızlık etmeyelim’ diye düşünürüm. Büyük bir genç nüfusumuz var. Zaman lehimize işliyor. Bu rakamlar daha büyük bir ivme ile büyüyecektir. Türk Hukukçular Birliği, Türk Mühendis ve Mimarlar Odası, Türk Akademisyenler Birliği, Türk Tabipler Birliği gibi Sivil Toplum Kuruluşları kuruyor isek; bu durum, toplumun dokusunun ne kadar değiştiğini gösterir. Bana göre bu, ‘göçmüş’lükten sonraki ‘konmuş’lugun açık göstergesidir.
Beklenen yerde miyiz?
Beklenen yer neresidir bilmem ama daha iyi olma ihtiyacımız ve potansiyelimizin olduğuna ben de inanıyorum. Özellikle ekonomide yakaladığımız başarı çizgimiz yükselmeye devam edecektir. Eğitim alanında aynı doğru yoldayız. Alt meslek eğitim kurumlarında, staj ve okul terkleri gibi yoğun problemler var. Zamanla bunun da daha doğru yöne gideceğini ümit ediyorum.
Hollanda’nın ırkçı atmosferi sizi endişelendiriyor mu?
Irkçılık sosyal bir vaka olarak karşımızda. Sosyo-ekonomik sıkıntıların ve hasta ideolojilerin yabancılara kestiği faturadır bu. Az veya çok bütün zamanlarda görülmüştür ve var olmaya devam edecektir. En doğru mücadele yolu kendini geliştirmek ve güçlendirmektir. Önemli olan olayın tehlike boyutudur. Burada görev, kanun yapıcılara, devlete düşmektedir.
Lobi faaliyetlerinin yeterliliği memnun edecek cinsten mi?
Hayır! Henüz bu anlamda yeterli olduğumuza inanmıyorum. Lobi demek, bir kararın alınmasında, kamuoyu oluşturulmasında kendi menfaatimizi kollayacak şekilde mekanizmayı etkilemektir. Sivil Toplum Kuruluşlarımızdaki yeni ve güçlü oluşumlar, siyasî ve toplumsal bilinç, ortak akıl geliştirme kabiliyetimizdeki iyileşmeler lobicilik alanında etki gücümüzü artırmaktadır.
Hayatta neyi önemsersiniz?
Hayatta iki büyük şiarım vardır: “Saadeti kanaatte aramak” ve “büyüdükçe küçülmek”. Yani aşırı hırs ve kibirden uzak olmak. Bunlar sizi hep huzurlu ve mutlu kılar. Bir de doygun bir kişilikle, mütevazi bir hüviyet kazanırsınız. Kendi ile barışık, etrafına güven veren biri olursunuz. Bir de bilgisi ve kişiliği ile etrafını ışıtan insan olmayı önemserim. Bu tür insanların, her zaman söyleyecek, yol gösterecek, ışık tutacak bir sözü vardır.
Nelerden kaçınırsınız, nelerden sakınırsınız?
Dünyayı kendinden ibaret sanıp, bencillik gafletine düşmekten hep kaçınmışımdır. İnsanların ayıplarını yüzüne vurmak hiçte bana göre değil. Bir de paradan söz etmek hoşuma gitmiyor. Ciro, kâr, yatırım rakamları vs. Ama gururla firmamızın bu yıl 36. yılında olduğunu söylerim. Bu biraz da örnek olsun diye tabii ki.
İnsanda neyi ararsınız?
İnsanda, güzel ahlak, yardımseverlik, haysiyet, engin gönüllülük, hoşgörü ve sevecenlik çok güzel durur. İnsanı insan yapan hasletlerdendir. Amma illaki “olduğu gibi görünüp, göründüğü gibi olmayı” daha çok ararım insanda.
Şu anki geldiğiniz konumu hayal edebiliyor muydunuz ya da hayal ettiniz mi?
Ben sanki biraz kaderciyimdir. Her şeyi olduğu gibi, geldiği gibi kabul ederim. Fazla zorlamam. Önemli bulduğum şeyleri yaparım, eğitim gibi mesela. Ama hayatı bir rafine gibi düşünürüm. Hep daha iyiye, daha inceye, daha saf ve duruya doğru götürmeli diye inanırım. Böyle düşününce, böyle davranınca, süreç kendiliğinden işliyor. Bu hassasiyet ve tecrübe sizi hep sakin ve emin limanlarda tutuyor. Sözlerim biraz soyut oldu sanıyorum. Ama bu günlere hayal ederek, bir hırs peşinde koşarak değil; gayretle, süzerek hep daha iyiyi isteyerek geldim.
Nasıl bir dernektir HOTİAD? Nasıl oluştu ve temel felsefesi neydi?
HOTİAD, Hollanda’da faal, orta ve yüksek ölçekli Türk şirketlerinin kurduğu ve üyesi olduğu, toplamda 34 üyeli bir Sivil Toplum Kuruluşu’dur. Üye sayısı az gibi görünse de HOTİAD, 1.5 milyar avro cirosu, 2000’i aşan istihdam gücü ile önemli bir kuruluştur. HOTİAD’ın temel felsefesi, üyeleri arasında bir arkadaşlık ortamı oluşturmak ve bu ortamın gücü ile sosyal bir girişim projesi meydana getirmektir.
Dolayısı ile HOTİAD’ın iki yüzü vardır. Bir tanesi içe dönük yüzü, diğeri de dışa dönük yüzüdür. İçe dönük tarafta HOTİAD üyelerinin dostluğunu arkadaşlığını görürsünüz. Burada bilgiler, tecrübeler, ilişki ağları paylaşılır. Ortaya çıkan sinerjinin ufuk büyütmesi vardır. Ortak iş ilişlerinin oluşumu vardır. Periyodik olarak yaptığı iç seminerler vardır. Eksikliğini hissettiği konuları belirleyip, konunun uzmanını bularak kendini eğitme çalışmaları vardır. Dışa dönük yüzünde HOTİAD’ın sosyal sorumluluk hassasiyetini görmek mümkündür. Mesela HOTİAD-Öğrenci Buluşmaları, HOTİAD Başarı Ödülleri, Proje Destekleme Programları, Sempozyumlar vesaire.
Gençleri kucaklayan projelere, istihdam ve staj imkanlarına zemin hazırlıyorsunuz galiba…
Üniversiteli Türk gençlerle kendi üniversitelerinde programlar yapıyoruz. Üç üyemizin ve bir harici profesyonelin yer aldığı panellerle öğrencilerin karşısında oluyoruz. Onların gözünde birer başarı örneği olan bu rol modellerin birinci ağızdan hikâyeleri ile gençlerin ufkunu açmaya çalışıyoruz. Amaç, onları heyecanlandırmak ve başarıya sevk etmektir. Günün birinde gençlerimiz sayesinde Hollanda’da Corendon’larımızın sayısının artmasını ümit ediyorum.
Başka ne gibi sosyal çalışmaların içerisinde oluyorsunuz?
Sempozyumlar düzenliyoruz. HOTİAD Business Forum adı altında düzenlediğimiz sempozyumda tema olarak ekonomiyi işledik. Yine adını HOTİAD Summit diye isimlendirdiğimiz, siyasî temalı çalışmalarımız oldu.
En son tema olarak ‘Girişimcilikte Kalite’yi seçtik ve konuyu uzmanlarıyla masaya yatırdık.
Hollanda’daki Türk girişimcileri davet ettik. Hollanda Ekonomi Bakanı da aramızdaydı. Birinci panelde, kurumsallaşmış dört şirketin CEO’ları kendi şirketlerinde bu sürecin nasıl bir seyir izlediğini katılımcılarla paylaştılar. Amaç, bu hikâyeler ışığında konuyu aydınlatmak, o aynada kendimizi görmek ve kendimize pay çıkarmaktı.
“HOTİAD Başarıyı Ödüllendiriyor” programımızla üç dalda, yılın en iyisini belirleyip para ödülleri veriyoruz. İçe dönük amaç, başarı sahibini onurlandırmak ve motive etmektir. Dışa dönük asıl amaç ies toplumu bu başarılardan haberdar edip, toplumun moral gücünü yükseltmek ve başarıya teşvik etmektir.
Proje Destekleme Programı ile gençlerin tek başına gerçekleştiremedikleri projelere hayat bulma şansı tanımaya çalışıyoruz. Bu, üye arkadaşlarımızın tamamına açık bir uygulamadır. Müracaatlar herkese ulaşır, ilgisini çeken arkadaşımız ya da arkadaşlarımız projeyi sahiplenir ve destekler. Bu, çoğu zaman maddi olurken, bazen da manevi destekle olabilir. Toplumun tamamını ilgilendiren konuların akademik seviyede araştırılması da HOTİAD’ın kendine asli gördüğü bir çalışmadır. Bu, doğruların bilinmesi adına çok önemlidir.