Yaz mevsiminin şu sıcak günlerinde, bir çoğumuz yaz tatili dolayısıyla anavatan Türkiye’de, bir kısmımız ise Hollanda’da elli yıl içinde geliştirdiğimiz Ramazan gelenekleriyle oruçlarını tutuyorlar. Ancak Ramazanın son günlerine yaklaştığımız bir zaman diliminde, katil İsrail yönetimi Filistinli kardeşlerimizi adeta imha edercesine katlediyor. Yüreklerimiz yanıyor, dua ve maddi yardımlardan başka elimizden bir şey gelmiyor. Allah oradaki ve diğer ülkelerde zulm altında inleyen din kardeşlerimizi korusun, yardım etsin, güç ve kuvvet versin. Onlara yardım etmek isteyenlerin sayısını artırsın.
Yaz tatillerini Türkiye’de geçirecek dostlarımıza farklı bir tatil perspektifi sunmak için, aşağıda örneklerini bulacağınız, esasen Hollandalı Mesnevi kursiyerlere haftalık yazı olarak kaleme alınmış bir alternatif sunmak istiyorum. Memleketlerini ziyaret edenlerin bir de tatillerini bu gözle değerlendirmelerini salık vermek isterim.
Dört yıl önce bir grup arkadaşla uzun bir otobüs yolculuğu ile Bosna’ya bir gezi dünlemiştik. Başkent Sarayova’ya varınca, grubun içinden Ali Yağcı beyefendi mikrofonu eline alarak şunları söyledi: “Arkadaşlar, bir şehri ziyaret ederseniz, ilk önce o şehrin manevi mimarlarından izin alınız ki, ziyaretleriniz makul olsun. Yabana atılacak bir teklif değildi bizim için. Hemen Boşnak lider merhum Aliya İzzetbegoviç’in mezarını ziyaret ederek, duamızı yaptık ve şehrin gezilmesi için adeta izin almıştık. Bu geleneği artık kendime adet edinip, yeni ziyaret ettiğim şehirlerin ilk önce manevi mimarlarını ziyaret eder oldum.
Buradan hareketle Hollanda’dan anavatanda ziyaret ettikleri şehirleri ziyaret eden dostlarımızın böyle bir geleneği kendilerine adet edinerek, tecrübelerini arkadaş ve dostlarıyla paylaşmasını arzu etmekteyiz.
Konya örneğini siz değerli okuyucularımla paylaşmak isterim. Konya’yı ziyaret edenlerin şehri gezmeye başlamadan önce, şehrin manevi mimarlarından Mevlana Celaleddin Rumi ve Şems-i Tebrizi, Şeyh Sadrettin Konevi, Ateşbaz Veli, Hacı Veyis Zade, Tavus Baba ve Konya çevresinde Ladikli Ahmed Ağa, Cemal Ali Dede, Ebu Said Mehmed Hadimi hazretlerini ziyaret etmeleri farklı bir yaz tatilinin başlangıcını oluşturur. Zaten Hz. Pir’de öyle demiyor mu: Beni ziyaret etmeden önce Şems-i Tebrizi’yi ziyaret edin…
Bu çerçevede; okuyucularımızın Hz. Mevlana ve Şems-i Tebrizi hakkında bir çok bilgiye sahip olduklarını düşünerek, sadece iki olaya dikkat çekmek isterim. Bunlardan bir tanesi Mevlana Celaleddin Rumi ile Şems-i Tebrizi’nin ilk buluştukları yer ve o an aralarında geçen konuşmadır. Konya’yı bilenler hatırlayacaklardır. Alaeddin tepesinden Mevlana müzesine doğru ilerlerken, sol kolunuzun üzerinde Yeşil Kubbe’yi hatırlatan küçük bir anıt göreceksiniz. İnsanların telaşlı şekilde sağından ve solundan geçtikleri ancak pek merak edip bakmadıkları o anıt halindeki nokta, iki denizin, oyanusun yani Mevlana ve Şems’in 30 kasım 1244 tarihinde, bir ikindi vakti ilk karşılaştıkları yerdir. Burada aralarında geçen konuşmayı mutlaka duymuşsunuzdur. Mevlana, bir beygir üstünde talebeleriyle buradan geçerken, bir yabancı yani Şems, beygirin yelesinden tutmuş ve Mevlana’ya şu soruları sormuş: ‘Allah’ın elçisi Muhammed mi büyük, Beyazid-i Bistami mi büyük? Mevlana hiç tereddüt etmeden, Muhammed’in bütün peygamberlerin ve velilerin efendisi olduğunu ve bunun için O’nun en büyük olduğunu söyler. Şems hemen söze karışır ve şunları söyler: ‘Peki, peygamber niye Allah’a ‘Şanın yüce olsun. Biz seni layıkı üzere tanıyamadık’ derken, Beyazid-i Bistami ‘Şanım yüce olsun. Benim liyakatım yüksektir. Ben sultanların sultanıyım’ demiştir. Bunu duyan Mevlana bir çığlık atarak bayılmıştır. İşte bu konuşmaların yaşandığı yerde durup bunların oluşunu tasavvur etmek insanı farklı alemlere götürmektedir.
Hızlı bir geçiş yaparak, Hz. Pir’in son gününe gelmek isterim. 1200’lü yıllarda Konya kavramın tam manasıyla bir çok kültürlü bir şehirdir. Müslümanlar çoğunlukta olmak üzere, Hıristiyanlar, museviler, ateistler yan yana yaşamaktadırlar. Mevlana müslümanların yanısıra Konya’da yaşayan diğer din ve kültür sahipleriyle çok iyi ilişkiler içindedir. Bu ilişkilerin zirve noktası Hz. Mevlana’nın hakka kavuşma, Vuslat günü kendini çok daha net bir şekilde kendini göstermiştir. Zira 17 Aralık günü, akşama doğru vefat eden Mevlana’nın cenaze merasimi ertesi gün sabah başlayıp, akşama kadar devam etmiştir. Zaman zaman tartışmalarında yaşandığı cenaze töreninde ağlayan Hıristiyanlar, Mevlana bizim üstadımız, ağlayan Museviler bizim Musa’mız derken, Müslümanlar ‘bırakın o bizimdir’ diyerek Mevlana’ya sahip çıkarak cansız bedenini taşımak istemişlerdir.
İşte bu duygu ve düşüncelerle, yaz tatilimizi geçirdiğimiz farklı şehirlerin manevi mimarlarını tanımak süretiyle, tatilimize renk katar ve bu tecrübemezi dost ve arkadaşlarımızla paylaşabiliriz.