Biz Avrupalı Türkler olarak yaşadığımız ülkelerde edindiğimiz demokratik hak ve hürriyetlerin Türkiye ile ilişkiler bahane edilerek, küresel modernleşmenin baskısına feda edilmesi tehlikesiyle karşı karşıyız. Kendisine biçilen rolleri oynamaktan öte, başka bir işe yaramayan kânâat önderi figüranlar üzerinden toplumsal mühendislik yaparak tavizler koparmayı hedefliyorlar.
Hatırlanacağı gibi bir süre önce Hollanda temsilciler meclisinde Türk toplumunu temsil eden STK’ları sorgulayan bir uygulamaya şahit olmuştuk. Sorgulamaların neticesinde, “devletin mızıkçılık ederek, bundan sonra Türk sivil toplum örgütleriyle konuşmama, tebâsına küsme” kararına tanık olduk. Çağdaş devlet ilkeleriyle bağdaştıramadığım sözkonusu kararı, Haber Gazetesinin Kasım 2016 sayısında “Devlet Mızıkçılık Ederek Tebasına Küser mi?” diye eleştiren bir yazı yazmıştım.
Öteden beri sivil toplum örgütlerini çağdaş demokrasilerin vazgeçilmezleri arasında görerek sivilizasyon ve sosyalleşmenin en etkili araçlarından birisi olduğuna inanırım. Yine; devlet otoritesini kullanan yönetici zümrelerle, tebâ arasında sürdürülen ilişkilerin, STK’lar üzerinden yürütülmesinin, devletle vatandaşı arasında sosyal mutabakatı sağlamak anlamında en önemli araç olarak görürüm.
Modern devletlerde sivil toplum örgütleri, gücünü temsil ettiği üyelerden alarak yönetici zümre ve yönetilen ahâli arasındaki ilişki ve işbirliğine katkı sağlayan kurumlar olarak tarif edilirler. Hal böyle olunca, devletlerin STK’larla ilişkilerinde ben küstüm oynamıyorum şeklinde oyun bozanlık etmesini (zıllımasını) moderniteyle alakalandırmak mümkün olmaz. Hollanda’da bir süre önce gündeme getirilen “küstüm yasası’nın” sivil örgütlenmeleri sindirmekten başaka bir amaca yönelik olmadığını tekrardan hatırlatırım.
Gelelim normalleşmesini şiddetle arzu ettiğimiz bu sorunlu ortamda STK’lar üzerinden toplumsal ayar çekilmek istenmesine. Devlet indinde göze girmek ve kesilen subsidi (sübvansiyon) kaynaklarına tekrardan ulaşılmak isteniyorsa, STK’ların devletle olan ilişkilerinde ’emret komutanım’ modunda olması bekleniyor. ‘Bundan böyle Hollanda Türkiye, iki ülke arasındaki siyasi ve diplomatik ilişkilerde buradaki varlığınızı gözeterek hareket etmelisiniz’ diye telkinler ima ediliyor. ‘Türkiye’nin sizlerin buradaki ilişkilerinize ayak bağı olacak kararlar almasına müsaade etmeyerek, yaşadığınız ülkelere olan sadakatınızı göstermelisiniz’ şeklinde telkinlerle ahâli hizaya çekilerek toplumsal rıza üretilmek isteniyor. Neye göre, hangi anlayışa göre rıza üretileceği, işbirlikçi figüranlardan dahi gizleniyor. Entegrasyon ve asimilasyon politikalarının iflas ettiğini itiraf eden ve kolonizasyon kültürüne aşina bir ülkenin hangi anlayışa göre, rıza üreteceğini kimse bilemiyor.
Evet; bulunduğumuz ülkelerde muhatabı olduğumuz anti-demokratik uygulamalara karşı, maalesef toplumsal dayanışmayı sağlayamadık. Türkiye’nin bizim lehimize olan tepkilerini dahi eleştirmeyi marifet bildik. 11 Mart krizini bahane ederek, Türkiye’ye karşı olan siyasal grup ve cemaatların ‘Türkiye’nin himayesine gerek yok, çek elini üzerimizden Türkiye’ şeklinde yaptığı ince ayarlı menfi propogandaları engelleyemedik. Lobicilik anlamında da olsa, kültür ve inanç birliğine dayalı ilişkilerde dahi, toplumsal birlikteliğe yatırım yapamadık. Ortak aklın gereği olan toplumsal dayanışmayı ya ideolojik sebeplere, yada nefsani tercihlere feda ettik.
Haber Gazetesi’nin bu sayıda “Toparlanın Gitmiyoruz” şeklinde ironik manşetine gelince, evet kimse gitmiyor! Kimse Hollanda’da yarım asrı geçen varlığını heba etmek istemiyor. Hiç kimse toplumsal hafıza kaybı demek olan, kendi kültürel birikim ve moral değerlerinden tavizler vererek hayatını idame ettirmek istemiyor. Hiç kimse yurt bildiği Hollanda ile, aidiyet duyduğu Türkiye arasında çıbanbaşı olarak anılmak ve aidiyetler üzerinden mağduriyetler üretilmesini istemiyor.
Aksine diaspora kültürüne uygun düşecek bir biçimde, kültürel birikimlerini yaşatarak sosyal, kültürel ve ekonomik hayatın her alanında söz söyleyebilmek, birlikte yaşama ve birlikte yönetme iradesini görmek ve göstermek istiyor.