Türkiye’ye otomobil ile ilk yolculuğumu 1970 yılının mayıs başında yapmıştım. Şimdiki eşim Jeanne ile nikah kıymak için Mersin’e gidiyordum. Bir talihsizlik sonucunda Niğde-Aksaray mevkiinde bir kaza geçirmiş ve ölümden kıl payı dönmüştük. 23 Mayıs’taki nikah ve düğün törenimizi alçılarla sarılı bir şekilde yaptık.
O tarihten tam 44 yıl sonra, sanırım 30’uncu kez otomobil ile yola çıkma kararı verdim. Tüm aile efradımın ve yakın dostların itiraz ve ikazlarına rağmen, çile dolu olduğu bilinen sıla yoluna yeniden düştüm. Gurbetçinin nelere göğüs gerdiğini geçmiş yıllarda gördüm ama, şu Avrupa Birliği’ne üye olmuş Bulgaristan’ı bir kez daha görmek için herşeyi göze alarak yola çıktım. Eşim Jeanne, kızım Vahide ve torunum Esra arkamdan uçakla geleceklerdi. Mart sonu olduğu için yollar çok sakindi. Almanya’dan Avusturya’ya giderken her zaman Münih-Salzburg yolunu değil, Nürberg’ten sonra Regensburg- Lins yolunu tercih ederim. Zira bu yol hem daha kısa hem de daha tenhadır.
Regensburg’u geçtikten sonra, hiçbir kontrol olmayan Avusturya gümrük kapısından girdim. Graz istikametine giderken kilometrelerce uzun pek çok tünelden geçtim. Hani bu yolun daha çok ‘tünel yolu’ olduğunu söylesem yalan söylemiş sayılmam. Her tünel geçişinden sonra yol vergisi gişelerinde ödeme yaptım. Modern Avusturya’dan (!) çıkarken, pasaportuma bakan polis ‘geç’ işaretini verdiği zaman “Ne olurdu yani, yol güzergahı üzerindeki Slovenya, Hırvatistan, Sırbistan, Bulgaristan veya Makedonya da Avusturya gibi modern olsaydı ve soygun yapmasalardı” diye düşünürken, bir Avusturyalı gümrükçünün yolumu kesmesi beni şaşırttı. Avusturyalı gümrükçü, otomobilimin ön camında ‘vignet’(vinyet) olmadığı için ceza vermem gerektiğini belirtti. Memura yol boyunca vergi ödediğimi söyledim. “O başka” dedi ve Avusturya’ya girerken en az 10 günlük vinyet almam gerektiğini söyleyen memura, “Ben bunu bilmiyordum” dediysem de fayda etmedi. Memur bana, her tarafta böyle bir mecburiyet olduğuna dair tabelalar asılı olduğunu söyleyince, kendisine, trafik işaretlerinden başka tabelaların beni ilgilendirmediğini, Almancayı da iyice anlayamayacağımı söylemem de işe yaramadı. Aynı memur otomobilimi kenara çekmemi söyledi ve 20 metre ötedeki büroya gidip geldi. Elinde Türkçe yazılı bir kağıdı gösterdi. Bu kâğıtta motorlu taşıtlar için ne kadar ceza verileceği yazılı idi. Otomobil ibaresinin karşısında 120 Euro yazıyordu. Normalde 7,80 Euro’ya alınan bir vinyet için 120 Euro ceza ödeten bir ülke bence soyguncunun daniskası olmalıydı.
Eskiden Avusturya’ya girişte memurlar durduruyor ve vinyet satın almamızı söylüyorlardı. Şimdi neden böyle bir uyarı yapmıyorlar?
İlkel diye nitelediğimiz ülkelerden önce, medeni olarak nitelediğimiz Avusturya gibi bir ülkede böylesi bir soyguna maruz kalmak, uzun sürecek olan yolculuğun ilk gözdağı olmalıydı. Avusturya için, sınıra yakın benzin istasyonlarından vinyet alırken, Slovenya için de vinyet almayı unutmayın. Graz üzerinden Maribor’a giderken çok berbat olan yollar kısmen otoyol olmuş. Bu nedenle sabah saat 07.00’de başlayan yolculuğum, 1600 km. sonra Belgrad’da saat 23.00’te virgüllendi. Çok güzel bir otelde sadece 44 Euro’ya konakladıktan sonra sabah yine saat 07.00’de yola koyuldum. Sırbistan’dan Bulgaristan’a girerken, Pirot denen korkutucu yolların hala aynı şekilde olduğunu görünce çok şaşırdım. Bu yollar hala rezalet durumunda. Sofya’dan otoyola giderken de rezil yollardan geçme mecburiyeti var. 150 kilometrelik oto yolundan sonraki yollar da rezalet. Bence bu yollardan geçme yerine, 250 km. kadar daha uzun olan Yunanistan yollarını tercih etmek daha akıllı bir iş olacak. Dönüşte Yunanistan yolunu kullanacağımdan eminim.
Özellikle Türk TIR’larının Bulgaristan sınırındaki uzun bekleyişleri de hala sürüyor. Herşeye rağmen Türkiye yolculuğum ertesi gün saat 14.00’te Kapıkule’de noktalanmış oldu. Kim bilir, otelde 8 saat konaklamaya rağmen bu bir rekor düzeyde hızlı yolculuk olabilir. Bir başka gerçek de, yollarda adeta tuzak kurulduğudur. Hiç gereği olmayan yerlere 30 km. ve 50 km. sürat tahdidi koyuyorlar ve ileride bekleyip yolunuzu kesiyorlar. Böylece de suç işlemiş sayılıyorsunuz ve cezayı yiyorsunuz. Bu bir tuzak ama, tuzağa düşmemek de bizim elimizdedir. Bu nedenle yaygara koparmanın da bir yararı olmaz. “Üç saatlik bir uçak yolculuğu varken, üç günlük meşakkatli bir yolculuğa ne gerek vardı?” diye sorabilirsiniz. Ben bu soruya, “Mesleğim icabı” diye bir yanıt verebilirim.
Bu sorunun asıl muhatabı, bu meşakkatli yola düşen yüz binlerce gurbetçidir. Bana kalsa, Avrupa Birliği’ne layık görülen ilkel ülkelerde eziyet çekeceğime, üç saatlik bir uçak yolculuğu en akıllı iş olur. Yollarda yapılan masraf hesaba katıldığı zaman, bu masraf ile Türkiye’de süper bir otomobil kiralanabilir. Şu an Mersin’de bahar havasını yaşıyorum. Dilerim, dönüş yolu macerasını da sizlerle paylaşırım.