Sevgili Babacım,
Benim için çok özel olan bu günde sana telefon açmak yerine, içimden mektup yazmak geldi. Tıpkı senin “sevgili kızım Mücom” diye başlayan, özlem kokan mektupların gibi. İki gün sonra da senin doğum günün. İlk kez sesli “iyi ki doğdun babam, babaların hası” diyemeyeceğim. Hani en son seninle telefonun azizliğine uğramış, iki kelimeden fazla konuşamamıştık ya… Onu da düşünerek yazmayı ve erken kutlamayı tercih ettim. Umarım mektubum, doğum gününde eline ulaşır. Çünkü sen özel günlere değer verir, hiç es geçmezsin.
Biliyor musun babam, senin mektuplarını okumaya doyamazdım? Verdiğin nasihatlerle, sevgi sözcüklerinle, teferruatlı havadislerinle dolu satırların bitmesini hiç istemezdim. Evirir, çevirir defalarca okurdum. Senin gibi güzel anlatamasam da, benimde sana havadislerim var.
Onur’um diplomasını aldı ve öğretmenliğe başladı dedesi. İyi bir öğretmen olacağını; gün içinde okulda yaşadıklarını heyecanla babasına anlatışından ve onun tecrübelerinden yararlanmak isteyişinden anlıyorum. Güzel gelişmelerden bir diğeri de torunun sevdiği kız Gülşah ile evlendi. Düğünümüz çok güzel oldu. Keşke annem de, sen de bu mutlu günümüzde yanımızda olabilseydiniz ama gelemesen de, uzaklardan bizi izlediğini biliyorum babam. Senin tombiş Sait’in ise, okulunun son senesinde ve mastırını yapma planlarında. Onu hep cübbesini giyinip, hakkıyla müvekkilini savunuşunu görmek isterdin ya babam, az kaldı. Gün geçtikçe karakteri ve fikirleriyle sana daha çok benzemeye başladı. Biliyor musun babam, senin ve annemin eğitimimize verdiğiniz önemi ve bizleri yetiştirmedeki özverilerinizi takdir ederek, ben de aynı yolda ilerlemeye çalışıyorum…
Sana güzel bir haber daha vereceğim babam. Yaz tatilini anamla dolu dolu yaşadıysam da sevgisine ve hasretine dayanamayıp, geçenlerde bir haftalığına yanına gidip geldim. Annemin ismini her duyuşunda nasıl da heyecanlandığını ve özlediğini bildiğim için “sadede gel kızım” dediğini duyar gibiyim. Ne çok severdin annemi. Aranızda büyük bir aşk ve saygı vardı. Değil bir gün, bir saat bile ayrı kalmaya dayanamazdın. Oysa şimdi?..
Nedense artık anneme, iki değil dört elle sarılıyoruz. Sanki özlemini duyduğumuz başka bir sevgiyi de onda arar gibi ve en zoru ise onun da uzun bir yolculuğa çıkma zamanın yaklaştığını bilir gibi… Sana biraz annemi şikayet edeceğim. Biliyorum buna hiç bir zaman taviz vermedin ama ben yine de şımarık Müco’n olarak yapacağım. Annem hayata küstü be babam. Sensizlik ona çok zor geldi. Hepimizin boynu büküldüyse de anneme daha bir zor gelip, yıkıldı. Son vedalaşma anınızı hiç unutamıyor. Hani bir şarkı vardı ya “alnına koyarken veda busemi” diye. Annem şimdi o şarkıyı yaşıyor. Sürekli seni anlatmamızı istiyor ve sana kavuşacağı günü sayıyor. Tıpkı sınır tanımayan bir okyanusa, sınır tanımayan bir özlemle akarcasına. Kim bilir annemin bu halleri dinginlik öncesi rüzgarın çıkardığı son uğultu mu? Bu haksızlık ama değil mi babam? Bazen kızıyorum anneme: “Babam bizi sana emanet edip te gitti. Sen de gidersen biz kimin şefkatli kollarından güç bulacağız, duaların olmadan hayatımızı nasıl sigortalatacağız?” diye. Haksız mıyım babam? Önceden olduğu gibi yine anneme “Rahime, üzme çocukları” de lütfen. Annem seni kırmaz biliyorsun.
Kısa tatilimde, sohbetlerimizin baş rolünde hep sen vardın babam. Annem de keyifle dinler, bizim sürekli seninle ilgili konuşmamızı isterdi. Senin en sevdiğin radyon da katılırdı bizim sohbetimize. Yine böyle bir günde odadaki herkes seninle ilgili anılarını anlatırken, senden sonra hep hüzzam makamı çalan radyo “bu da benden olsun” der gibi, senin sevdiğin ve sık sık söylediğin türkü “ela gözlüm ben bu elden gidersem” çalmaya başladı. Birden odada özlem kokusu yayılarak, hüzünlü bir sessizlik hakim oldu…
Sen, mektubunda kısa bir hava raporu da verirdin babam. Buranın havası genelde yağmurlu olunca, senden gelen o raporla içim ısınır, sanki güneş açmış gibi olurdu. Ben sana maalesef o güneşli, sıcacık havadan bahsedemeyeceğim. Çünkü sen gideli havalar hep soğuk gidiyor. Ne kadar kalın da giyinsem içim hep üşüyor. Sanki yağmur bulutları, gözlerime yerleşti…
Ben, senin gülüşünü özledim. Bana bakışındaki, o sevgiyi, şefkati, en çok ta o iri ama yumuşacık, sıcacık ellerinle dokunuşlarını, saçımı okşamanı özledim. O kocaman sevgi dolu yüreğinden gelen “yavrum” deyişini, yavaş yavaş merdivenleri çıkmanı, askıda asılı duran ceketini özledim babam. Balkondan o koca cüssenle, yılların yorgunluğuna meydan okuyarak dimdik durup “arkanda dağ gibi ben varım” dercesine beni uğurlamanı özledim BABAM. Senle birlikteyken duvardaki o koca çalar saate, akreple, yelkovanın inadına dörtnala koşmasına ne çok kızardık, zaman uçup giderdi. Senin gidişini duyduğum anda durdu o melun saat…
Bugün sen gideli tam iki yıl oldu babam. Unutmak kolay değilmiş. İlk kez aklımdan çıkaramadım birini. İlk kez yüzümdeki, gözyaşı izlerinin tek bir sahibi var ama her şeye rağmen alıştım biliyor musun? Kabullendim artık gelmeyeceğini. Yüreğimdeki yangın hiç sönmese de aklıma her gelişinde, umut yok artık içimde. En güzeli de bu zaten. Beklemeden özlemek, yanımda olmadan, göremeden de sevebilmek…