Türkiye’den dönüşümde, Atatürk Havalimanı’nda tehirli uçuş saatimi beklerken, zaman doldurmak için biraz mağazaları gezip sonrada bekleme odasına giderek orada beklemeye karar vermiştim. Odaya geldiğimde, boş yer var mı diye etrafa söyle bir göz attım. Neredeyse tamamı dolu olan odanın orta yerinde iki, sol tarafta ise bir kişilik boş yeri görünce sevinerek yorgun olan ayaklarıma ” hadi şanslısınız, beni daha fazla taşımaktan kurtuldunuz” diyerek sol taraftaki boş yere oturmaya karar verdim. Yerime yerleştikten sonra gayr-ı ihtiyari odadaki insanların yüzlerine baktım.
Kiminin surat ifadesi yorgun, uykusuz, kimin ki mutlu, kiminin ki hüzünlü…
Kol saatime bakarak “gecenin bu saatinde canlı, enerjik olacak değiller ya” diyerek sıkıcı bekleyişi kitap okumakla geçirmeye karar verdim. Bir kaç sayfa okuduktan sonra önümde açık olan kitabı okumadığımı, gözlerimin bir kelimenin üzerinde takılıp kaldığını ve istem dışı sağımda oturan iki beyefendinin konuşmalarını dinlediğimi fark ettim. Hemen benim dibimdeki beyefendi, yanında oturan muhtemelen tanıdığı beye kanseri yendiğini, bir yıl sonra kalp ameliyatı geçirdiğini, ameliyattan sonra pıhtı attığını ama şimdi iyi olduğunu anlatıyordu. Ben, bu beyefendinin bunca badireleri nasıl atlattığını, ruh halinin nasıl olduğu gibi düşüncelerle boğuşurken bir bayan geldi yanlarına. Tanış oldukları “falanca beeeey nasılsınıııız” demesinden belliydi. Bayan “ne kadar değişmişsiniz, aaaa çok yorgun görünüyorsunuuuuz…” diyerek konuşmasına devam etti.
Içimden sadece tanımadığım bu kadına “dur be kadın dur. Adamcağız daha mı yorgun görünmesin, atlatmadığı badire kalmamış!” diye serzenişte bulunabildim. Oysa ki yüzüne söylemeyi ne çok isterdim.
Böyle insanlar etrafımızda çok var. Benim de başıma denk geldiği oluyor. Kendimi çok iyi hissetmeme rağmen, kısa aralıklarla karşılaştığım beş arkadaştan ikisi “çok yorgun görünüyorsun” derken diğer üçü “maşaallah ne kadar iyi görünüyorsun” diyor . Anlamadığım ikisi nasıl bu kadar farklı görebiliyor? Yine de yorgun görsen de gerçekten yorgun olsakta, dinlendiremiyeceksen deme. Ha dersen ki, “gel oturalım sohbet edelim, sen otur ben yapayım veya görüşmeyeli uzun zaman oldu bu arada neler yaptın vs ” o olur. Boyle diyeceksen olur. Demem o ki moral çok önemli. Öbür türlü patavatsızlıktır.
Gerçekleşmesini hep istedigim bir hayalim var; Patavat Dükkanı açmak. Patavatsız insanları buraya gönderiyorsun, tam üstlerine göre özel kesim patavat hazırlıyorlar. Nasıl fikir arkadaşlar, açayım mı?
——————————————————
Merhaba saygıdeğer Haber Gazete’si okurları. Ben Mücevver Ünüvar Konuksever. Evli ve dört çocuk annesiyim. Karaman doğumlu, altı kız çocuklu bir ailenin, dördüncü kızıyım. Babam (rahmetli) Fehmi Ünüvar, annem Rahime Ünüvar.
Çocukluğum, babamın görevinden dolayı başka şehirlerde geçti. Gelen tayin haberlerine, her ne kadar annem memnun kalmayıp “yine telaşe başladı” dese de, bizler yeni yerleri görmenin , yeni arkadaşlar edinmenin verdiği heyecanla “macera” derdik.
Ben ortaokul yıllarımdayken gelen tayin haberiyle son durak olan memleketim Karaman’a yerleştik. Çocukluk ve gençlik yıllarım, bol kepçe sevgi ve şefkat içinde geçti. Eğitimin önemi, merhametli olmayı, insan sevgisini, inancı, fedakarlığı, iletişim becerisi kısacası insani değerlerin temeli bu sıcacık ailede atıldı. Anne-babamın bizden yegane beklentileri; okumuş, düşünen, ayaklarının üstünde duran, üreten bir kadın olmamızdı.
Babam sürekli hikaye kitapları getirerek: “Bunları okuyup, özetini deftere yazacaksınız” demesi ile farkına varmadan ben de, yazma alışkanlığı ve sevgisinin temeli atılmıştı. Hatta bir defasında kitabı okumamış, tamamen hayal ürünü bir hikaye özeti yazmıştım.
Lise yıllarında, edebiyata olan merakımın bir kat daha arttığını farketmiş ve edebiyat bölümünü seçmiştim. Her ne kadar edebiyat öğretmenim ile bir türlü yıldızım barışmasa da, benim edebiyata olan sevgimi sekteye uğratmamıştı. Üniversite ikinci sınıfı bitirdiğim yaz, evlilik sebebiyle Hollanda’ya geldim. Eğitimimi tamamlayamamış olmam, duyduğum en büyük pişmanlığımdır.
Algıda seçici, insancıl, duygusal zekası (EQ) yüksek, hoşgörülü, sabırlı, yaşadığı anın değerini bilen, kolay iletişim ağı kurabilen, doğa aşığı, fotoğraf çekmeyi, gezmeyi seven, sunulan güzelliklerin farkında olan, kendiyle barışık ve çok şanslı hisseden bir kişiliğe sahibim. Bu yönlerim beni, çevreye karşı daha duyarlı yapıyor. Pozitif bir pencereden bakabiliyor olmam; hayatın beni sürüklemesine izin vermeyip, kendi doğrularıma göre şekillendirip, tüm olumsuzluklar karşısında dik bir şekilde durmamı sağlıyor.
Hollanda’ya geldikten sonra ara ara dil kurslarına gittim. Artık buranın dilini konuşabiliyor, kendi işlerimi rahatlıkla yapabiliyordum ama henüz iş hayatına atılmamıştım. Çünkü çocuklarımı kendim yetiştirmek istiyordum. Bu zaman zarfında yazmaya hiç ara vermedim.
Mektuplar yazıyordum ama öyle sıradan nasılsın ile başlayıp, ellerinden/gözlerinden öperimle sonlanan değil. Edebi alt yapısı olan, buram buram duygu kokan, bol betimlemeli, gezdiğim yerleri anlatan, okuyan kişinin yaşadıklarımı hissetmesi ve içinde kendini bulabilmesi amaçlı sayfalarca mektuplar…
Ülkem ile Hollanda’nın yaşam şartlarını, insanları, kültür farklarını konu alan kısa kısa hikayeler ve anılarımı yazıyordum. Bunları da çocuklarıma okuyor, ya da masalımsı bir şekilde anlatıyordum.
Yıllar sonra ikizlerim küçükken, annem-babam yanıma gezmeye gelmişlerdi. Hayatımın dönüm noktası olacak konuşmadan habersiz, anne-babamla rutin kahve sohbetine başlamıştık. Babam sevecen, bir o kadar da tok bir ses tonuyla: “Kızım çok iyi bir eş ve anne olmuşsun ama eksiksin” demişti. Babam yanımda kaldığı sürece beni çok iyi gözlemlemiş, bende ki adını koyamadığım açlığı görmüş ve adına da “eğitim” demişti.
Eğitime olan aşkıyla, yıllar sonra dahi dört çocuklu evladını eğitime teşvik ediyordu. Ama ben kendimi görmek istediğim yeri düşündükçe, resim bulanıklaşıyor, nerden ve nasıl başlayacağımı bilmiyordum…Yanmayı bekleyen bir mum misali, yıllar boyu içimde kalan uktemi, babamın bir cümlesinden güç alarak “tekrar yapabilirim” dedim ve o gün karar verdim tam olmaya.
Azimle iyi bir evlatlığıma, eşliğime, anneliğime eksik yanım olan eğitimi de ekleyip, Zorg en Welzijn, Sociale-Pedagogisch, Onderwijs Assistente ve HBO Toegepaste Psychologie eğitimini tamamlayarak dört diplomayı da almıştım.
Dört yıl kadar ilkokulda çalıştıktan sonra işimi değiştirip, sosyal hizmetlerde çalışmaya başladım. İki işimin arasında ki yegane fark; yardımcı olduğum kişilerin yaşlarıydı.
İkili ve toplumsal ilişkilerde, iletişimin ne kadar önemli olduğunun bilincinde olan bir kişi olarak, aldığım eğitimler ve kişilik özelliklerim beni işimde başarıya ulaştırdı. Halen aynı sektörde koordinatör olarak çalışıyorum.
Hayatımın her döneminde, okumanın önemini bilerek yaşadım ama yazmak benim önceliğim oldu. Bu yolla, duygularımı daha kolay ifade edilebiliyor ve bütün yalınlığıyla yazabiliyorum. Yazma aşkıyla kaç defter tükettim bilmiyorum ama amatörce hep yazdım ve yazmaktayım. Bu bana haz veriyor. Somut bir olayı anlatırken duyguları da katarak, kaleme dökmek, bir de bunu karşı tarafa geçirebilmek zordur ve ben bunu başardığıma inanıyorum.
Yazdığım yazıların bir kısmını bundan sonra Haber Gazetesi’nde sizlerle paylaşacağım. Bu bana müthiş bir heyecan ve motivasyon veriyor. Çünkü yazdıklarım, benden çıkıp başkalarına da ulaşacak. Yazılarımı siz değerli okurlarla paylaşmaktan onur ve mutluluk duyacağım.
Saygı ve sevgilerimle, esenlikler diliyorum.