En uzak mesafe ne Afrika’dır
ne Çin, ne Hindistan,
ne seyyareler
ne de yıldızlar geceleri ışıldayan…
En uzak mesafe iki kafa arasındaki mesafedir
Birbirini anlamayan
Can Yücel..
Bize bunu kim yaptı diye düşünmekten kendimi alamıyorum son zamanlarda. Ama perdeleri kapatıp, ışıkları söndürüp, kabuğumuza çekilme lüksümüzün olmadığı bir zaman dilimindeyiz, O halde pamuk elleri ceplerden çıkarıp, sıcacık omuzlara, nemli yanaklara, taranmamış saçlara dokundurmanın tam zamanı…
Kendimizi öncelliklerimize göre tanımlamak isteyebiliriz. Fakat bu sayacaklarımızın hiç birisi tek başına kendimizi tanıtmamız ve tanımamız için yeterli değildir. Çünkü kendini bilmek, çok derinlere uzanır.
Son zamanlarda sıkça karşılaşılan durumlardan sadece birisi , ki o sebeple diğerlerinin farkında bile değiliz. Fiziksel iletişimin celladı, “Tekno İletişim”.
Bizler yörelere göre bile ayrılırken en az iki, en çok dört öpüşüp birbirimize selamet hoşluk dileyen bir toplumken, ne ara bu kadar soyutlandık birbirimizden. Göz göze gelip en içimizden dudaklarımıza dökülen, ‘canım ablam, canım abim, canım arkadaşım’lar, hangi arada, uçuşup sahte bir ‘yazışırız’a kanat açtılar?
Toplumsal tahribatın önüne geçmenin çaresini tek başımıza bulamayız. Bu benim ilk yazım olacak HABER Ailesi içinde. En büyük temennim ise, içinizden de olsa yalnız değilsin! Ben varım demeniz olacaktır. Ne kadar elimizden düşmese bile akıllı telefonlarımız, günler içerisinde mutlaka, akıverir klavyemizden o güzelim söz ‘KALP KALBE KARŞIDIR’ ben hissederim.
Kazandıklarımızı, kaybettiklerimizi, muhasebe edecek olursak eğer. Vicdan tartımız bize gün ışığı göstermez. uzağı yakın, yakını uzak eden, bu güzelim nimeti kendimize esir ederek kendi hizmetimize dahil etmeliyiz. Kitap ve ansiklopedi kokan evler, kalemle sertleşmiş parmak uçlarımı özlüyorum. Babaannemin, beğenmediğim tabiri caizse (kocakarı ilaçlarını ) özlüyorum. Her şeyi bilemezken, danışacak birinin yolunu gözlemeyi özlüyorum. Dahası acaba nasıl sorsam diye kırk dereden su getirdiğim, zihin bahçelerimin güzel kuyularını özlüyorum.
Kendi yalnızlığımızın sesini bastıranın, kurumasın diye özenle kremler sürdüğümüz ellerimiz olması çok esef verici.
Sonuç olarak, iletişim bir paylaşma eylemidir. İletişim kurmada kişisel özelliklerimiz, kültürel yapımız, değer ve tutumlarımız etkilidir. Birbirimizi anlama çabasında empatik tutum ve davranışı, demokratik ilişkileri kurmak zorunluluk olmalıdır. Bu eylemlerimizi gerçekleştirmediğimiz zaman birbirimizi anlamayacağız ve değer vermemiş olacağız. Toplum olarak bunları sorgulamalıyız. Bir çok sorunumuzun iletişimsizlikten kaynaklanmaktadır. Sorunu tartışmanın zamanı gelmiştir.
Peki, bittik mi? Tükendik mi?
Sorgulamaya devam ettikçe , büyüyeceğiz, güçleneceğiz, silkelenip özümüze döneceğiz. Duygularımızı süzgeçten geçirip “evet, kaygılıyım, evet üzgünüm, evet engellenmiş hissediyorum” dediğimiz an, bu durumla başa çıkmak için en iyi zaman ve müthiş bir başlangıçtır. Ayrıca, bu aynı zamanda duyguları sahiplenmek ve sorumluluk almak anlamına da gelir. Elbette kabul edilen duygular da bizi rahatsız etmeye devam edecektir. Ancak, iletişimsizlik virüsünün gücü azalacak ve bu kabul bize güç verecektir…