50 yılı aşkındır bulunduğumuz Hollanda’da dördüncü jenerasyona geldik. Birinci kuşak olan dedelerimiz Hollanda’ya ilk geldiklerinde çok zor dönemler geçirdiler.
Hollanda’ya alışmaları, burada bir düzen kurmaları yıllar aldı. Yıllar sonra getirdikleri aileleriyle anca oturaklı bir düzen kurabildiler. İkinci ve üçüncü jenerasyon ise, burada doğup büyümenin yanısıra, burada okula gidip eğitim almanın, yani batı kültürüyle büyümenin avantajıyla kendilerini daha çok buraya ait hissetmeye başladılar. Dördüncü jenerasyondaki çocuklar henüz küçükler ancak onlar daha çok buraya ait, daha çok ‘Hollandalı’ olacaklar.
Geçtiğimiz 50 yıllık süreç içerisinde Hollanda Türk toplumu olarak ‘Ne yardan ne serden’ vazgeçemedik, ve bir 50 yıl daha geçse vazgeçemeyeceğiz gibi görünüyor. Türkiye’ye vardığımızda gurbetçi, ‘alamancı’ damgasını, burada olduğumuz süreç içinde de hep yabancı damgası elbette hep oldu olacak, ancak kendi kimliğimizi asimile olmadan korumamız, aslına bakarsanız bir iftihar meselesidir.
Çifte aidiyet bir zenginliktir. Çift dilliliğin gelişime olan önemini de her zaman araştırmalar ortaya koyuyor zaten. Bu yüzden Hollanda Ülkemiz, Türkiye Vatanımız diye bir manşet attık. Çünkü bizim bu ikilem içerisindeki hayatımız her daim bir olumluluk olarak algılanmalı. Daha iyi gidişat, genelde hep daha iyi sonuçlar verir çünkü.
OLUMSUZLUKLAR HOLLANDA KARŞITI OLMAYI GEREKTİRMEZ
Ancak Hollanda’da karşılaştığımız olumsuzluklar, Hollanda karşıtı olmayı gerektirmiyor elbet. Büyüklerimiz dinini ve dilini kaybetmeme adına, asimilasyondan kaçınmak adına karılıp karışmadılar Hollanda kültürüne ve aynı şekilde çocukları da öyle büyüdü ama yeni nesil gençler bu şekilde büyümüyor.
Bu da beraberinde hem pozitif hem de negatif olarak algılayabileceğimiz gelişmeler getiriyor. Bunlardan negatif olanı kuşkusuz yeni neslin Türkçede ileri derecede geri kalmış olması. Sadece evde konuşulan Türkçe’yle büyümüş çocuklar güzel Türkçemizin bırakın kurallarını, yeterince kelime haznesinden uzak, sadece birkaç yüz kelimelik bir Türkçe ile konuşmaya çalışıyorlar. Türkçede konuşma dili, yazma dilinden de kolay olduğu için iş bir makale veya yazı yazmaya gelince, ya da duygu ve düşünce dünyasını ifade etmeye sıra gelince çok zorlanıyorlar.
Bir çok üniversite bitirmiş cevval gibi gençlerimiz var Hollanda’da. Gün geçtikçe sayıları çoğalıyor. Ancak Hollandaca veya İngilizce konuşunca kendilerini çok iyi ifade edebilirken Türkçe‘de bir şey anlatmaya gelince zorlanıyorlar ve bu da kendilerine olan güvenini sarsıyor. Tabi Hollanda’da yaşayıp kendini Hollandaca ifade etmesi çok güzel bir şey. Başka bir şey de beklenemezdi ama Türkiye’ye taşınma hayali olan gençlerimizin çoğunluğu kendilerini ifade etmekte zorlandıkları için Türk iş ve bürokrasi hayatında ciddiye alınmıyorlar.
Türkçe önemli!
Bunun yanı sıra Hollanda’da yetişen gençlerimiz tabii ki ağrılıklı olarak buranın kültürü ve yaşam biçimiyle büyüyorlar. Batı mentalitesiyle aşılanan gençler bir ikilem içerisinde kalıyor bazen.
Ben 6 çocuklu bir ailenin en küçüğü olarak Venlo’da doğdum büyüdüm. Küçük yaştan beri evimizde genelde Türkçe konuşulurdu. Aynı zamanda Türkçe kitaplar okuyarak Türkçemi olabildiğine geliştirdim,üniversite yıllarımda ise ek dersler alarak Hollandaca zaviyesinden bir yaklaşımla Türkçeyi gramer kuralları çerçevesinde pekiştirdim. Bu konuda en faydalı şeylerden birisi Türkçe-Hollandaca sözlük okumaktı benim için. Sözlük okunur mu demeyin, gayet tabi okunur. Bir roman gibi okunmaz elbet ancak ders kitabı gibi incelenir. Bilmediğin kelimeleri gördükçe, anlamını okudukça ve bu kelimeleri Cem Yılmaz’ın esprisindeki gibi cümle içerisinde kullandıkça, bir süre sonra günlük hayatta kullanır hale geliyorsunuz. Çocuğunuza bu yüzden güzel bir Türkçe-Hollandaca sözlük hediye edin.
30-40 yaşı üzerindekiler iyi bilir Hollanda 90’lı yıllarda gerçekten yaşanası bir ülkeydi. 2001’den sonra biraz daha bizlere karşı ve özelde Müslümanlara karşı farklı davranışlar sergilenmeye başlanırken son 5 yılda bu işin iyice çığırından çıkmaya başladığını görüyoruz. Ama bu demek değildir ki biz Hollanda’dan ve Hollanda toplundan vazgeçecek pozisyondayız. Tam tersine buraya daha bir sıkı sarılıp buranın bizim kalıcı ülkemiz olduğunu göstermemiz, dilimizi, kultürümüzü, medeniyetimizi yaşatmamız şarttır.
Dünyada Türklük artık sadece Türkleri kapsayan bir terim olarak algılanmıyor.
İsmet Özel’in yoğunluklu olarak dile getirdiği gibi, Türk olma kavramı, sadece bir ırka yönelik bir tanımlamadan daha üstün bir tanımlamadır. Daha kapsayıcıdır ve birarada tutucudur. Bu, derin tarihimizin verdiği özgüvenle ve donanımıyla birleştirildiğinde Hollanda’da Türklerin asimile olma olasılığı o yüzden çok düşüktür. Türkiye’ye bağlılık, aidiyet duygusu o yüzden geniştir ve vatan bizim için vazgeçilmez bir coğrafyadır, duygudur, kavramdır.
HOLLANDA’DA KÖŞE YAZARI OLMAK
Hollanda gazetelerinde batı dünyasının genelinde olduğu gibi, genelde çarpıcı ve gündem oluşturucu yazılar köşe yazarlarının yazılarından pek çıkmaz. Biz köşe yazarlığı denildiğinde, ağırlığı olan, fikir üreten, topluma yol açıcı insanları anlıyoruz. Türkiye’de köşe yazarı kavramı o yüzden Hollanda’dakinden epey farklıdır.
Burada columnist bilinen kişiler, gündemde olan konulara genelde kendi kişisel düşüncelerini dile getirirken, aslında gündem oluşturan, çığır açan, analizler getiren yazılar yazmıyorlar. Bir eksiklikten söz ediyoruz… Yani Hollanda toplumunun gelişimine katkı sağlayan yazılar neredeyse yok denecek kadar az oluyor yıllar içerisinde bakıldığında.
Tabi sizi duyar gibiyim, “Hollanda toplumu gelişmiş bir toplum, bu yüzden öyle yazılara ihtiyaç yok ki”. Kanımca bir toplum her zaman gelişmeye açık olmalı ve kendini zamana ve mekana adapte edebilme gücünü göstermeli, eleştiriye ve bilimselliğe açık olmalı. Toplumda dönüşüm dediğimiz bu olgu her daim geçerlidir. Bir sefere mahsus bir olay olarak kalmaz.
Haber Gazetesinin 2012 Ekim ayı 28. sayısında ‘Türkler Toplumsal Dönüşüme Gebe’ manşetini atmıştık. Bu da aslında Hollanda Türk toplumunun son 50 yılda kendini nasıl geliştirdiğini, iyiye yönelik evreler geçirdiğini ve hala bu yolda ilerme gayretini gösteren bir manşetti.
Bilindiği gibi, Hollanda halkı biz Türklere nazaran daha çok okuma alışkanlığı olan bir toplum. Hatta araştırmalara göre okuma alışkanlığı en az olan ülkelerden birisiyiz Türkiye olarak.
Hollandalıların daha çok okuma oranına rağmen, Hollanda’da gazetelerinde ve televizyonlarında fikir üreten, topluma yol gösteren çok az kişi olduğunu görüyoruz. Televizyonlardaki tartışma programlarına baktığımızda da bu gösterge ön plana çıkıyor. Günlük çıkan birkaç tartışma programında toplumsal olaylar tartışıldığında şu gibi garip şeyler ortaya çıkıyor.
Program başına hızlı hızlı birkaç farklı konu ele alındığı için, programa katılan konuklar da her bir konuya katkı vermek zorunda kalıyor. Konuşulan konu hakkında uzman olmasa da. Tabii herkes fikrini vermekte özgürdür, vermelidir de. Ancak uzman görüşü olarak lanse edilen bu görüşlerin, bilhassa biz Türkler hakkında toplumda yanlış bilgilendirmeler ortaya çıkardığını görüyoruz.
Geçtiğimiz günlerde Pauw programında olduğu gibi. Hatırlayalım kısaca. Ebru Umar’ın özellikle gündeme oturmak için çıkardığı ve medyanın ve politikanın Türkiye düşmanlığı çerçevesinde büyüttüğü olaydan sonra Umar soluğu Pauw programında aldı. Programda Hollanda Türk toplumuna verdi veriştirdi. Neymiş efendim, Hollanda Türk toplumunun entegrasyonu başarısız olmuş. Yok Hollanda’daki Türklerin yüzde 70’i Ak partiye oy verdiği için, Hollanda’da yaşama hakları yokmuş gibi zırvalamalar.
Sırf kendisi gibi düşünmüyor diye ötelediği, tu ka ka dediği Hollanda Türk halkını, Hollandalılara yalakalık yapma yolunda kullanması, doğrusu acınası bir durumdur ve ciddiye alınacak yönü de yoktur. Hollandalı medyatörlerin, Ebru Umar tarzındaki insanları maşa olarak kullanması hiç bitmeyecek. O halde buradan çıkan en önemli sonuçlardan birisi de, o medyalara alternatif olabilecek kendi medyamızı daha da güçlendirmektir. Ama bu başlı başına, yeni bir makale konusu.