Beni birden 24 sene öncesine götüren bu deprem gösterdi ki, hiçbir acı yok olmuyor. Zaman hiçbir yarayı iyileştirmiyor. Sadece o yaraya ve o acıya bir yer veriyoruz hayatımızın rutininde. Kendi yaramızın acısı, tam da başkalarının kanayan yarasını sardıkça hafifliyor. O halde, uzun soluklu bir yardıma, yaraları sarmaya, memleketi yeniden inşa etmeye, zamanın da dindiremeyeceği acıları sarmaya var mıyız el ele, gönül gönüle?
1999 yazıydı. Annem Türkiye’ye gitmişti. Haftalardır birlikteydik. ‘Sen geri dön hayatına kızım’ dedi, ‘ben burda kalıcıyım ve ne kadar daha kalacağımı Allah bilir’. Vasiyetini verdi, ve artık toprağına geri dönmek için geldiğini söyledi. Kabullenmişti. Hazırlanmıştı. “Ölümden korkmuyorum, ama size doyamadım” sözü son sözlerindendi. Çok konuşan biri değildi zaten. Az ve öz konuşurdu. Özü de kalmamıştı ya. Ama diyeceğini dedi ve gitti. Alın yazısıydı.
O yaz Türkiye’de Gölcük merkezli büyük bir deprem olmuştu. Her yer enkaz olmuştu. 18.000 kişi ölmüştü. O yaz Türkiye’de son kez birlikteydik. Ve o yaz biz ölümü bekliyorduk. Ölümün soğuk ve insanı enkaza çeviren yüzünü. Ölüm mü zordu, arayış ve kabullenemeden bekleyiş mi bilmiyorum. Deprem haberlerini alınca dudaklarımdan dökülen “ben depremimi her gün yaşıyorum” olmuştu. Ateş düştüğü yeri yakıyordu.
Ta Kopenhag’tan ölçülen, Kahramanmaraş merkezli karakışın ortasındaki bu depremin ateşi, bu sefer, sadece düştüğü yeri değil, hepimizi yakıp kavurdu. Neyle tetiklendiği tartışılan bu deprem, uzaktaki bizlerin bireysel travmalarımızı da tetiklerken, yeni bir kollektif travma oluşturdu hepimizde. Acının derinliği, sarsıcı depremin yüzeyselliği ile ters orantılıydı sanki. Ve bu ateş, hangi cehennemden kor halinde içimize düşmüştü böyle?
Yaralarımızı sarmak için vatanca, Avrupalı Türklerce ve dünyaca nasıl da birlik içinde seferber oluşumuza, içimizdeki müthiş güce hayretle şahitlik ederken çoğu zaman, inciniyor ve incitiyorduk da bazan. Varını, yoğunu, hatta kurtarma çalışmaları için canını ortaya koyan da bizdik, suçlu aramaya çıkan, siyasi ya da maddi rant elde etmeye çalışan da bizdik. Kimimiz içindeki direnç ve isyana fırsat ve delil bulmuşken, kimimiz ‘benim üzerime düşen ne’ diyerek her türlü kimliğini bırakıp, kendi yaralarını unutarak, elele yaraları sarmaya koyulmuştu bile. Karşısındakinin yarasını sararken, aslında kendi yarasına merhem olduğunun farkında değildi belki de. Kimimiz donakalmış, sürrealist bir rüyadan ne zaman uyanacağını soruyordu kendi kendine. Kimimiz hayata ve rutine devam diyor, kimimiz karşıdakini seçiminden dolayı suçluyordu. Herkesin travmaya tepkisinin farklı olabileceğinin farkında değildi çoğumuz. Hepsi de bizdik. İçimizdeki gücün ortaya çıkışı ile özgüven gelen ama içimizdeki gücün sarsıcı yıkıcılığı ile yeni bir deprem yaşatabilen. Hepsi bizdik. İyisiyle ve kötüsüyle. Alın yazısı biraz da her insanın kendi eliyle ve diliyle yazdığıydı.
Depremzedelerin ne kadar ağır bir sınavla sınandığını hala fark edememişken, aslında bizim de sınavda olduğumuzu tam idrak edememiştik. “Peki sen ne yapacaksın? Kardeşin yaralıyken, ateşi söndürmek için karınca olabilecek misin? Herkes sıcak evine çekildiğinde ve görüntüler ekranına düşmemeye başladığında. Bir kere değil, bin kere, belki yıllarca devam edecek bir sürece var mısın? Var mısın kardeşinin yaralarını sarmaya?” Şeklindeki sınav sorusuna biz ne cevap vereceğiz?
Beni birden 24 sene öncesine götüren bu deprem gösterdi ki, hiçbir acı yok olmuyor. Zaman hiçbir yarayı iyileştirmiyor. Sadece o yaraya ve o acıya bir yer veriyoruz hayatımızın rutininde. Kendi yaramızın acısı, tam da başkalarının kanayan yarasını sardıkça hafifliyor. O halde, uzun soluklu bir yardıma, yaraları sarmaya, memleketi yeniden inşa etmeye, zamanın da dindiremeyeceği acıları sarmaya var mıyız el ele, gönül gönüle?
Kendisine verilen montu giyip ‘Bak cebine birde neler koymuşlar.. Ne bilmişler bizim üşüdüğümüzü? Bu insanlar cehennemde yanar mı? Olsa olsa Allah dostudur ancak’ diyen ablamızın sözleri belki bize rehber olma niteliği taşıyor. Bir dua olsun bizim adımıza. Çünkü cehennemini de, cennetini de içinde taşıyor insan.
1999 yazıydı ve 2023 kışıydı. Vefat eden 40.000’den fazla kişiydi. Onlara Allah rahmet etsin. En çok da geride kalan mağdurlara ve bizlere Allah rahmet etsin.