Ömrümün yarısını Hollanda’da geçirdim. Bundan sonra bu ülkedeki ikamet sürem Türkiye’dekinin aleyhine uzayıp gidecek. İnşallah ömrümüzün geri kalanı sağlıklı ve faydalı geçer. Bugüne kadar toplum için faydalı olma gayreti içinde oldum. Zaman zaman bu yoldaki tercihlerimde yanılmışlığım oldu. Doğru bellediğim bazı tavır ve duruşların yanlış olduğunu fark edip kendime yeni yönler tayin ettim. Ama hiç bir zaman yan gelip yatmadım, mutlaka elimi bir taşın altına koydum. Haliyle her zaman iki çift laf etme hakkım olduğunu düşünüyorum. Şimdi bu da nereden çıktı diyenler olacaktır. Ben de sabredin diyorum. Yazının sonunda bu sorunun cevabı kendini gösterecektir.
Biz Türklerin şartları artık seksenli veya doksanlı yılların şartları değildir. O yıllarda kuruluşlar sahip oldukları sayısal üye çoğunluğuyla değerlendirilirlerdi. Bugün ise nitelik ön plana çıkmaktadır. Kimse sizin kaç üyeniz olup olmadığıyla ilgilenmiyor. İlgilendikleri sizin kaliteniz, projelerinizin gücü, innovatif olup olmadığınız, faaliyetlerinizin günün meselelerinin çözümüne katkısı olup olmadığı, farklı kuruluşlarla işbirliği yapıp yapmadığınız, global ilişkilerinizin olup olmadığı, katılımcı olup olmadığınız, sosyal sorumluluk alıp almadığınız, uluslararası partnerlerinizin olup olmadığı, istikrarlı ve tutarlı olup olmadığınızdır.
Türkiye’dekileri saymazsak 26 yıllık Hollanda tarihimde bazıları Türklere bazıları da Hollandalıların geneline hitap eden olmak üzere 10’un üzerinde kuruluşta yöneticilik yaptım ve yapmaktayım. Bunların bazılarının da kurulmasına ön ayak oldum. Bu çeyrek asırlık zamanda her şeyde olduğu gibi kuruluşlar ve onların işleyişinde de bir takım değişiklikler oldu. Klasik anlamda teşkilatçılık hem Hollanda hem de biz göçmenlerin kuruluşlarında büyük oranda terk edildi. Artık her şeye el atmak değil, çalışma alanını sınırlayıp işinin ehli olmak ön plana çıktı. Buna ayak uyduramayanlar da başarısızlığa mahkum oldular. Bu da zamanın ruhunu yakalamanın ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Hem toplum hem de ona hitap eden kurumlar dinamik olmak zorundadırlar. Bu dinamizmi başta siyasi, dini, kültürel, sosyal, akademik, sportif kurum ve kuruluşlar olmak üzere her tür yapılanmalarda gözlemlemekteyiz. Değişime direnen statik yapılar zaman içinde kaderine terk edilmektedir.
Avrupa’da başarılı ve etkin bir teşkilatçılığın yolu içinde yaşadığımız şartları iyi çözmekten geçer. Toplumların dinamiklerini iyi okumak ve bu yapı ile ters düşmeden, çoğu zaman onlarla işbirliği yaparak belirlenen hedeflere ulaşmak mümkün olabilir. İçine kapanarak, kendi dünyasında yaşamak belki temel sosyal ihtiyaçlara hitap edebilir, ama uzun vadede başarılı olmaya engeldir. Biz Türklerin şartları artık seksenli veya doksanlı yılların şartları değildir. O yıllarda kuruluşlar sahip oldukları sayısal üye çoğunluğuyla değerlendirilirlerdi. Bugün ise nitelik ön plana çıkmaktadır. Kimse sizin kaç üyeniz olup olmadığıyla ilgilenmiyor. İlgilendikleri sizin kaliteniz, projelerinizin gücü, innovatif olup olmadığınız, faaliyetlerinizin günün meselelerinin çözümüne katkısı olup olmadığı, farklı kuruluşlarla işbirliği yapıp yapmadığınız, global ilişkilerinizin olup olmadığı, katılımcı olup olmadığınız, sosyal sorumluluk alıp almadığınız, uluslararası partnerlerinizin olup olmadığı, istikrarlı ve tutarlı olup olmadığınızdır.
İşte benim 2005 yılından beri genel sekreterliğini yaptığım UETD Hollanda da bu esaslardan hareketle kendisine bir misyon belirledi. Bu misyon, kendi öz kimliklerine, norm ve değerlerine yabancılaşmadan içinde yaşanılan ülkelere uyum sağlamayı, bu ülkelerde etkin bireyler ve saygın vatandaşlar olmayı, her alanda katılımı ön plana çıkaran ve böylece Avrupa’da çok kültürlülüğe katkıda bulunmaya inanan bir düşünceyi tanıtmak, yaymak, yeni nesillere aktarmak ve bu yönde ortak bir ‘Avrupa Türkleri Kimliği’nin oluşumunda bu düşüncenin etkin olmasını sağlamayı ihtiva etmektedir. Çıkış noktaları da çifte aidiyet ve transnasyonal kimlik, sorumluluk, katılımcılık olarak belirlenmiştir. Bu misyona hizmet çerçevesinde gerçekleştirilen faaliyetlerin metodu, içinde yaşadığımız ülkenin sivil toplum kuruluşlarının ekseriyetle uyguladıkları metoddur. UETD Hollanda, sayıları günden güne artan “Türk Orta Sınıfı”nın belirlenen hedeflere ulaşmada anahtar rol oynayacağının şuurundadır. Haliyle girişimcisi, siyasetçisi, yazarı, hukukçusu, sanatçısı, akademisyeni ve öğrencisiyle Hollanda’daki insanımızın farklı alanlardaki katılımına öncü ve örnek olacak bu sınıfın toplum yararına mobilize edilmesi gereğinden yola çıkarak faaliyetlerinde onları merkeze almaktadır.
UETD Hollanda hiç bir zaman kendisini mevcut diğer kuruluşlara alternatif olarak görmemiştir. Tam aksine onları tamamlayan, hatta onların gerektiğinde partneri olan bir kuruluştur. Bizim faaliyet alanlarımız siyasi katılım ve (sosyal) sorumluluk, ortak çalışma ve diyalog, çok amaçlı lobi, AB-Türkiye İlişkileri, insan hakları ve ırkçılıkla mücadele, sivil toplum ve demokrasi olarak sınırlandırılmıştır. Bu alanlarda bize olumlu katkısı olacağına inandığımız her kuruluşla, rengine bakmadan, birlikte çalışırız. Zaten bizim faaliyetlerimiz takip edenler de bunun farkındadırlar.
Sekiz yıl önce kurulan UETD Hollanda diğer bir çok kuruluşa nazaran çok gençtir. İlk bir kaç ayı hariç tutarsak teşkilatın ana kadrosu hep aynı kalmıştır. Başkan Veyis Güngör ve genel sekreter olarak da bendeniz ta başından beri aynı konumda hizmet etmeye çalışıyoruz. Bizi bugünlere yukarıda çerçevesini verdiğim misyon ve o misyona hizmet için uygulanan metodlara inancımız getirdi. Ama bu hep böyle devam edecek diye bir kayıt yoktur. Kurumlar kalıcı olmakla birlikte kişiler geçicidir. Gün gelecek biz de görevi başkalarına devredeceğiz. Bundan tabii ne olabilir ki?
Ancak bu gayet tabii durum bazıları için zil takıp oynatacak kadar kadar önemli ki, sağda solda dedi kodu yapmaktadırlar. Hatta kendi hafsalalarının ürünü olan senaryolara inanacak kadar da işi ileri götürenler var. Böyleleri her ihtimali bir şekilde dile getirirler ki, sonradan “bak ben demiştim!” diyebilsinler. Biz de ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz diyoruz. Yoksa it ürür kervan yürür mü olacaktı? Yok yok, biz yine edebimizi bozmadan, hariçten gazel okumayın diyelim!