Aslında, yazının başlığı, ‘dünya bizden bir şeyler bekliyor’du. Ama ‘biz’ yerine ‘Anadolu’ kavramını kullanmayı tercih ettim. Bu ifade, yani ‘Dünya bizden bir şeyler bekliyor’tesbiti değerli dostum ve kıymetli hocam çağdaş düşünür ve filozof Kenan Gürsoy’a ait.
Kenan Hoca şu anda ‘T. C. Vatikan Büyükelçisi’dir. Hocayı bu ifadeye yönlediren satikler hiç şüphesiz, bulunduğu konum başta olmak üzere mensup olduğumuz medeniyeti derinlemesine hazmetmesidir. İsterseniz, önce Kenan hocanın ‘Anadolu’dan ne anladığına bir göz atalım.
“… Hristiyanlık, Anadolu’da bir din haline geldi. İsa peygamber Kudüs’te yaşadı, havarileri Anadolu’ya dağıldılar. Mesela St. Pierre, Roma’dan önce Antakya’da idi. İlk Hristiyan filozoflar özellikle de Kapadokya bölgesinde yaşamışlardır. Anadolu’yu değerlendirirken bütün bunları bir arada düşünmek, bu toprakları tek tanrılı dinler tarihi içindeki önemi bakımından da ele almak gerekir.
Eğer böyle yaparsak üzerinde yaşadığımız ve vatan kıldığımız bu bölgenin, sonunda İslamî irfanla bütünleşen zengin bir kültürel geçmişi de kucakladığını anlarız.”
Peki, Anadolu özelde bizim için ne anlama geliyor? Sorusuna Kenan Hoca’nın şu cevabı çok manidar. “Türk ve Müslüman medeniyeti… Özgün olmasının dışında bulduğu ve tevarüs ettiği her şeyi kendine mal ediyor, onu hazmediyor, kendince işliyor; buradan hareketle yeni şeyler koyuyor ortaya… İstanbul da böyledir; Osmanlı burada önceki devirlerden kalanları reddetmeyip kendi üslubuyla işlemiş ve bu yaklaşım, Osmanlı’nın bu şehirde son derece özgün eserler vermesini asla engellememiştir.
Bütün bir insanlığı topyekûn kucaklamış olmanın temelinde, farklılıkları incitmeden “bir”leyen bir tevhid fikri hâkim. Mevlana’ya, Yunus Emre’ye, Şeyh Edebali’ye, Akşemseddin’e bakınca hep aynı anlayışı ve telkini görebilirsiniz.”
Evet, çok açık ve net. Müslüman Türkler Anadolu’da kendi inançlarını, gelenek ve göreneklerini, değerlerini yaşatırken içlerine kapanmamışlar, sürekli kendilerinden ayrı olanlara iletişim ve diyalog içinde olmuşlar.
Yeniliklere açık olmuşlar. Etkilemişler, etkilenmişler. Anadolu’da var olan binlerce yıllık ‘tevhid değerleri’ni kabullenmişler ve bunun üzerine bir medeniyet oluşturmuşlar. O medeniyet, çok anlaşılır bir şekilde ‘Yaradılanı Yaradan’dan ötürü sevmeyi’ salık veriyor insanlığa.
Avrupa’da, azınlık bir grup olarak yaşayan bizlerin ait olduğumuz medeniyet değerleri adına üzerimizdeki yükü nedir, ne olabilir sorusuna yine Kenan Gürsoy hocanın şu cümleleriyle cevap vermeyi tercih ediyorum.
Gürsoy: “…Vermek ahlaki anlamda iyi ve güzeldir; entelektüel ve ruhi anlamda vermek, tanıtmak, eğitmek ve yüce gönüllü olmaktır. Ama başkalarının da kendi başarıları dolayısıyla bize ayna tutabilecekleri pek çok konu vardır. Hem geliştirebileceğimiz taze düşüncelerimiz adına hem de birlik ilkesi üzerine oturmuş imanımız adına, öteki inanç kültürleriyle temas önemlidir.
Kültür üretiminin ve insanlık muhabbetinin devam edebilmesi amacıyla, bütün bir evrenle iletişim içinde olmanın bizi, bize daha çok kazandıracağını, kendi inşamızın böyle daha başarılı olacağını düşünüyorum. Bu düşüncelerimin geçerli olabileceğine dair kanaatim ve kanıtlarım, Vatikan’da farklı bir dindarlık ortamındaki büyükelçilik görevim esnasında arttı. Dünya bizden bir şeyler bekliyor ve onları verebilmek için dünya ile iletişimde olmamız, onlara yeterince açık olmamız gerekiyor.”
Soyut anlatımdan, somut örneklere gelmemiz gerekirse. Yani Hollanda’dan örnek vermemiz gerekirse. Aklıma bu çerçevede geçtiğimiz aylarda küçük ölçekli de olsa yapılan örneğin, ‘Mevlana Rumi Yemek Haftası’, ‘Kurban Bayramı Yemek Haftası’ gibi programlar geliyor.
Programların değerlendirmesinden şu cümleler bize medeniyetimiz adına bu ülkelerde neler yapılabilir sorusuna somut cevap veriyor.
‘Mevlana Rumi Yemek ve Kurban Bayramı Yemek Haftası programları, Hollanda Kralı Willem Alexander’ın yıllık konuşmasında dikkat çektiği ‘katılımcı toplum’ anlayışına kendi çapında katkıda bulunmanın somut birer örnekleridir. Mevlana Rumi Yemek haftası ve son yedi yıldır organize edilen Kurban Bayramı Yemek Haftası programlarına, Ahilik Yemek Haftası, Yunus Emre Yemek Haftası gibi programlar eklenebilir.
Bu ve benzeri faaliyetler Hollanda’daki müslümanların içinde bulundukları topluma bir yük olmadığı, içinde bulundukları ülke ve insanlar için bir şeyler yapmak istediklerinin de mesajını vermektedir.
Tüm Avrupa’da ve Holllanda’da refah devletinden katılımcı devlete geçiş sürecinin yaşanması bizler için değerlendirilmesi gerekli fırsatlar ve şanslardır.
Bu süreçte bireylere, sivil toplum kuruluşlarına, girişimcilere önemli görevler düşmektedir. Bu görevin şuurunda olmak bu ve benzeri faaliyetleri organize ederek toplumun şekillenmesi sürecine katkıda bulunmak hepimizin görevidir.’
Bu duygular içinde, yaz tatillerini anayurt Türkiye’de geçirenlere hayırlı yolculuklar dilerken, yaklaşan Ramazan ayının tüm insanlık için hayırlara vesile olmasını dilerim.