Çocuklar gibi sevinmek

1981’de Hollanda’ya geldiğim yıllarda biz ve çevremizdeki Türkler ikinci el ‘bit pazarları’ adı verdiğimiz dükkânlardan dayanıklı eşya (radyo, televizyon, bisiklet, takım edevat, kıyafet ve bilumum ev ihtiyacımız olan sayısız malzeme alırdık. Bir de her yıl bu tür ürünlerin sokağa çıktığı “Hz İsa’nın göğe yükseliş” (Hemelvaartsdag) isimli dini bayram gününde caddeler, meydanlar şehir merkezlerinde ve bu bit pazarlarında vatandaşların evlerindeki eskilerini satarlardı.
Ben de rahmetli babamla bu pazarlara gitmeyi çok severdim. O günlerde bit pazarı bana bir şölen ve bu şölende dünyanın tüm ürünlerinin teşhir edildiği yer olarak gelirdi.

Hala her yıl bu pazara gitmek bana çok keyif verir. Biraz da eskiyi yad ederim. O günden bu güne ilgi alanım hiç değişmedi. Ben çoğunlukla iki tekerlekli minyatür motor ve minyatür olan diğer taşıt antikaları ne bulursam alırdım. Saatlerce o antika eşyayı inceler, hayal eder, kimler kullanmış (oynamış) bu aracın nasıl bir geçmişi olmuş, kim yapmış, üretildiği yıl, estetiği, rengi gibi konuları zihnimde yorumlardım.

Babam da ‘Yine takıldın antik antikacı’ der bana takılırdı. Benim daha çok ilgimi çeken bu bit pazarına gitme sebebim ikinci el kitaplardı. Kütüphanede olmayan yada denk gelmemiş sürpriz kitaplar bulduktan sonra kendimden geçercesine kitabin içine tabiri caizse dalardım.

Çocuklar gibi sevinmek bu olacak sanırım, benim için hala geçerlidir. Babam da bana bolca kitap alırdı, o da biliyordu bu kitaplar benim için en güzel hediye idi. Bazen aldığımız kitapların yazılan (Hollandacasının) anlayamıyordum o zamanda sözlük kullanıyordum sanki aynı kitabı iki kez okuyormuş araştırmış gibi hissediyordum.

Bu merakım sayesinde kutsal kitabımız Kuran-i Kerim’in Mealini ve diğer iki dinin kitabı olan Tevrat ve İncili okudum. Aslında her kitap bir dünya ve o dünyayı kendi zihnimde yaşamak o dünyada yasamış karakterleri bizzat tanır gibi o dünyada yasar gibi hissederdim. Hala yeni bir kitap okurken aynı düşünceler hisler içinde oluyorum.

Bir de bu kitapları raflarda biriktirmeyi hiç mi hiç sevmiyorum, bana haksızlık yapıyormuşum gibi geliyor. Bu kitapları okuduktan sonra artık bu kitabın sahibi olmadığımı hissediyorum. Tozlu raflarda muhafaza etseydim raflara değil depolara sığmazdı, hem de hayat arkadaşım değerli eşimde bu kadar yeri evde kapsamasına müsaade etmez sanırım.

Okuduğum bu değerli kitapları başkaları da okusun diye, hediye veriyorum. Bu kitapları sıkça sokaklarda ücretsiz sunulan kitap vitrinlere koyuyorum. Vallahi çok mutlu oluyorum. İste çocuklar gibi sevinmek bu diyorum.

Bu davranışım bana çok huzur mutluluk veriyor. Tek kelimeyle hediyeleşmeyi çok seviyorum hem almayı, hem de vermeyi; zaten hediyeleşmek, Peygamber Efendimizin de sünneti ve tavsiyesidir.
“Hediyeleşiniz ki, birbirinize olan muhabbetiniz ziyadeleşsin!” (Muvattâ, Hüsnü’l-Hulk, 16; Buhârî, el-Edebü’l-Müfret, no: 594; Münâvî, III, 271)

Dün akşam uzun zamandır görüşmediğim iki kıymetli kadim dostum (Veyis Güngör ve Metin Yazarel) ile bir araya gedik. Uzun, keyifli ve içi dolu bir sohbet oldu. Yemek yedik, yemek bahaneydi ama asıl doyurucu olan aramızdaki sohbetti.

Hollanda’daki dert ettiğimiz konuları irdeledik, tartıştık ve analiz ettik. Her üçümüzün de dert ettiği konulara bakışımız kendi yaşanmışlıklarımızın verdiği bilgiler sayesinde farklı perspektifler sunuyordu.

Örneğin toplumumuzu ilgilendiren yakın zamanda yaşadığımız “Eyalet seçimlerine” duyarsızlığımız. İnsanlarımızın ömürlerinin büyük bölümünü ya da tamamını Hollanda’da yaşayıp güncel olaylardan bihaber ve bir o kadar duyarsız olmaları. Üçümüzde bu konudan rahatsızdık.

Yarım milyonu aşan sayımızı nice selimizi nitelikli kullanamamış olmamız üçümüzde üzüyor bunu dert ediyorduk. Bir de bu nice seli yönlendirecek, organize edecek, bilgilendirecek ve müşterekte harekete geçirecek Sivil Toplum Kuruluşlarımızın etkili olamayışı. Bu STK’larımızın sayıları yabana atılır değil, bunların boy boy resim çekme dışında etkilerinin olamayışı bizleri çok düşündürüyor ve üzüyor. STK’larimiz Hollanda’da uzun yıllardır kurulu olmalarına rağmen kendilerini bir türlü tazeleyemeyen, gençleşmeyen, devamlılık sağlayamayan, amaca yönelik bir çaba içinde olmamaları bu sebepten bir türlü kurumsal ve profesyonel olamamaların da tabanda da yeterli karşılık bulamıyorlar.

Diğer sorunda Sivil Toplum Kuruluşu tabanı üyeleri bazen de yöneticileri STK nın gerçek anlamını misyonunu, vizyonunu ve STK ne işe yaradığını anlamadan (tabii ki işini iyi yapan STK ları buradan tenzih ediyorum) Sivil toplum kuruluşu kuruyorlar. Türklerin Hollanda’da çoğalmasıyla köy, şehir, il, bölge dernekleri kurdular iç çekişmeler koltuk mücadelecinden dolayı bazen de ayni ilin, şehrin, köyün birden fazla derneği federasyonu oluyor. Diğer STK’larımızın hizmet alanları sosyal, ekonomik, İş dünyası, işçi hakları, dini amaçlı veya hayır işleri gibi alanlarda faaliyet gösteren yada gösterdiğini sanan onca Türk STK var. Sonuçta burada da sayımız çok etkimiz bu sayının hakkını vermiyoruz.

Tabii ki bu kuruluşların da etkilerinin sınırlı kalması yada olamaması kendi içinde sorunları vardır. Yeni yada eski STK kuruluşunda görev alan yöneticiler “ben 41 yıldır Hollanda’da yaşıyorum” gördüğüm aşağı yukarı hep aynı simalar bu kuruluşlarda uzun yıllar görev yapmaktadırlar. Kimi çalışacak gönüllü bulamadığından, kimi de koltukların verdiği makam, mevki ve sıcaklıktan ayrılamıyorlar.

Dolayısıyla kolektif çalışmadan uzak ve toplumun müştereğinde çoğu zaman bir araya gelemiyorlar, bazen bir araya gelseler de istenilen çalışmalara imza atamıyorlar.

Afet durumlarında acılarımızı tüm toplumun davranışını ayrı tutuyorum; burada duygularımız ön plana çıkıyor ve nefsimiz devre dışı bıraktığımızdan müşterek konularda bir bütün gibi hareket ediyoruz.

Diğer kafamızı yorduğumuz konuda işsizlik, enflasyon, gelir ve gider dengelerinin bozulması idi. Biz Türkler (önceki yazılarımda da yazmıştım) zor zamanların toplumuyuz, her zorluğa rağmen bir şekilde ayakta kalmayı başarıyoruz.

En zor durumda bile şükür ediyor, elimizdekiyle yetinmeyi bilen azsa az, çoksa çoku kabul ederek şükürle o sorunu yok sayarak bertaraf ediyoruz.

Ha bir de bol bol kıyaslıyoruz kendimizden kötü durumdakileri, insanları, ülkeleri kıyaslıyoruz, örneğin yurdumuz Hollanda ile anavatanımız Türkiye ya da başka daha kötü durumda olan ülkeleri kıyaslıyoruz. Durumumuz ne kadar kötü olursa olsun çok şükür; bak biz olmayandan da kat be kat iyiyiz diyoruz. Yaklaşım doğru şükür etmek lazım, ama kıyaslama da yanılmıyor muyuz, evet hem de çok çok yanılıyoruz. Olsun hep ve her zaman şükür ettiğimizden sorunları en acı şekilde yaşıyor ve bir şekilde ayakta kalıyoruz.

Çok şükür!

Elbette grizu patlamalarında, depremlerde, sel felaketlerinde, trafik, tren, uçak kazalarında devasa acılar yaşandı, ana vatanımız neticede bizde konuştuk acıları, sorunları ve gelecekte alınması gereken tedbirleri konuştuk. Bazen duygulandık bazen kızdık anlayacağınız memleketi dert ettik.

Temel kanımız ülkemizde herkes maden kazalarını, bu deprem gerçeğini, binaların dayanıklı olmamasını, nehir yataklarının sorununu, trafik, tren yolların bakımını hepsini biliyor, ama imkanlar, şartlar, bölgemiz, insanımız makamlar bunu bile bile ısrarla gerekenleri yapmıyor yada yapamıyor. İlk bir kaç gün ay acılar sorunlar konuşuluyor ve alışılmış şekilde yavaş yavaş unutuluyor. Eski alışkanlıklarımız ve hayatımızın kaldığı yerden devam ediyor maalesef bir sonraki afete kadar hiçbir şey olmamış gibi lay laylom.

Ana vatanımız 14 Mayıs Cumhurbaşkanı ve milletvekiliği seçimleri de var. Avrupa’daki insanımız bu seçimlerle Hollanda’daki seçimlerden daha fazla ilgi gösteriyor olması bize tuhaf geliyor. Maalesef böyle bir verimiz var. Bu ilgiye karşılık olarak Türkiye’deki siyasi partiler Diasporadaki insanımız temsil edecek adayları mutlak Avrupa’ki insanımızdan olması elzem olduğuna hemfikiriz..

Akşamın nasıl geçtiğini fark etmemişim ve saat 23:00’te ayrılmak için park alanına çıktığımızda beni çocuk gibi sevindiren Peygamber Efendimizin de sünnetini Veyis Güngör Bey (abi) iki ödüllü kitabını (Avrupa Türkleri üzerine Düşünceler ve Anız Yolunda) hediye etti.

Yani çocuk gibi sevindim. Çok teşekkür ederim.

O gece kitabın birini (Avrupa Türkleri Üzerine Düşünceler) bir yudumda okudum, tavsiye ederim. Ramazanın ilk sahurunu beklerken diğer değerli kitabi (Anız Yolunda’yı) da okudum çok doyurucu bilgilendirici bir kitap.

Çok şükür başımızın üstünde bir çatımız, karnımızı doyuracak ekmeğimiz, riskimizi kazanacak işimiz var. Yüce Allah im tüm afetzedelere vatanımdaki fakirlere ramazan aynının sevabına sofraları dolsun bu güzel ayın hatıran birlik beraberlik olsun. Allahlım bize yar ve yardımcı ol senden başka sığınacağımız koruyacağımız yok.

“Allah’ım! Bugün de beni kendi hoşnutluğuna yakınlaştırıp, gazap ve azabından tüm milletimizden uzaklaştır. Bugün de ayetlerini okumaya bizi muvaffak kıl; rahmetin hakkına ey merhametlilerin en merhametlisi. Amin.”

Herkesin Ramazan orucu mübarek olsun.

Esenlikle sağlıklı kalın.

 




Leave a Reply

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

error: Content is protected !!
Haber her gün e-postanıza gelsin

Haber her gün e-postanıza gelsin

Yeni haberleri e-postanıza ulaştırmamız için mail adresinizi girmeniz yeterli.

You have Successfully Subscribed!