Birden fazla kişiden oluşan her grubun içinde farklılıklar mevcuttur. Hiç bir toplum homojen, bir başka ifadeyle tek tip değildir. Fertlerin olay ve olgulara bakışı, kavrayışı, zeka seviyeleri, yetenek ve zaafları, referans aldıkları kaynak ve kişiler gibi bir çok faktör söz konusudur. Bütün bunları göz ardı ederek bir toplum hakkında fikir beyan etmek sosyolojinin esaslarına aykırıdır. Haliyle toplumu oluşturan bireyleri esas almayan her yaklaşım içinde önyargıları barındırır ve sağlıksızdır.
Geçtiğimiz günlerde Hollanda Devlet Televizyonunda NTR tarafından yayınlanan Moslims Zoals Wij (Bizim gibi Müslümanlar) adlı dökümanter bu çok çeşitliliği gayet net olarak kamuoyuna gösterdi. Program Müslümanların tek tip olmadığını, kendi içlerinde çok büyük farklılıkları barındırdığını sadece sekiz kişi ile gösterdi. Tabii ki bu sekiz farklı kişilik özellikle seçildi, ancak bu müdahale bir manipülasyondan ziyade bir katkı olarak görülmelidir.
Programı konsepti şöyle: Sekiz kişiden oluşan bir grup, aynı evde 10 gün birlikte yaşadılar. Bu on gün zarfında hem kendileri hem de çeşitli toplumsal ve dini konularla ilgili görüş belirttiler. Bir çeşit “Biri Bizi Gözetliyor” eviydi söz konusu olan. Kimlerdi bu sekiz kişi?
Cemil Yılmaz: Benim de yakından tanıdığım, zaman zaman da Amsterdam Tartışmalarında misafir ettiğim bir arkadaş. Cemil benim yaşadığım şehirde doğmuş ve ilk çocukluğu bu şehirde geçirmiş Arap kökenli bir Türk. Ne düşündüğünü açıklamaktan çekinmeyen, eleştiri yaparken zülfü yare de dokunan bir müstakbel aydın. Bugünlerde siyasette de aktif.
Döne Fil: Türk baba Endonez anneden olma bir melez olan Döne Fil, kendisini Müslüman olarak gören ve tanımlayan bir lezbiyen, aynı zamanda da bir aktivist.
Fitria Yelyta: Endonez asıllı tesettürlü bir bayan. Günlük hayatında bir çevre kuruluşunda iklim meseleleri üzerine çalışıyor. Kendisini muhafazakar ve çevreci bir Müslüman olarak tanımlıyor.
Arbi El Ayachi: Belçika Faslısı, ancak Rotterdam’da ikamet ediyor. Muhafazakar bir çevrede yetişmiş olmasına rağmen İslam hakkında kendi vizyonunu oluşturmuş bir komedyen. Toplumun kendisine hep aynı rolu biçtiğinden, haliyle kendisini yabancı hissetmekten şikayetçi.
Joanne Boerema: Daha yakın zaman önce Müslüman olmuş Hollandalı genç bir kız. Yahudilik ve İbranica okuyor ve tasavvufa ilgi duyuyir.
Hazjir Adil: Afgan kökenli bir genç. Müslüman, ama ibadetle arası yok. Yakın zaman öncesine kadar barmenlik yapmış. Şimdi işletme ekonomisi okuyor.
Selma Omari: Fas ve Irak kökenli bir genç kız. Hem dindar hem de modern, aynı zamanda bir vlogger. Açık giyinmekten çekinmiyor, ama beş vakit namazını da kılıyor. Selma ilk bölümün sonunda çok fazla duygusallaştığı için programı terk etti.
Mohamed Abdulahi: Somali asıllı, % 99 görme engelli ve öğrenci. Kendisiyle barışık birisi, ancak grubun da en fanatik ve hoşgörüsüz üyesi. Kendisini Selefi olarak tanıtan Mohamed din konusunda siyah beyaz düşünüyor.
Başlangıçta sekiz kişiyle başlayan, ancak Selma’nın ayrılmasıyla yedi kişi kalan grup on gün boyunca çok farklı konuları değişik boyutları ve bakış açılarıyla irdelediler. Beş bölüm halinde yayınlanan programda zaman zaman duygusal anlara şahit olduk. Mesela arkadaşlarıyla Cuma namazına giden Hazjir, cami önüne kadar gelmesine rağmen, henüz buna hazır olmadığını, hem de namaz kılmayı bile bilmediğini, haliyle mahalle baskısı yoluyla da namaz kılmak istemediğini söyledi. Bazıları bu durumu kabullenemeyip onu Müslüman olmamakla suçladılar. Program boyunca dini temalar dışında eşcinsellik, alkol gibi toplumu meşgul eden bir çok konu gündeme geldi. Bazan tartışma şiddetlenip duygusal tepkilere yol açtı. Hatta birbirleriyle küsüşenler bile oldu, ama nihayetinde konuşup birbirlerini anlamaya çalıştılar. Anlamasalar da durumu kabullenip birbirlerine saygılı olmayı elden bırakmadılar.
İşte bu küçücük grubun kısa zamanda bizlere gösterdiği de, her toplumun bağımsız fertlerden oluştuğu ve bu fertlerin kendilerine has özelliklerinin olduğu, dini herkesin kendi referansından algılayıp yorumladığı, ancak oturup konuşulunca farklılıkların bir tehdit değil zenginlik olduğu, haliyle barış ve sükunun yolunun birbirini kabul ederek birlikte yaşamaktan geçtiğidir.