Bu sayıda Türkiye’nin tanıtımına katkı sağlamak ve turizim gelirlerini artırmak gibi bir gayeyle, Yunan mitolojisinde aşk ve güzellik tanrıçası olarak anılan, Afrodit veya Aphrodite’nin Anadolu medeniyetleri sergisi adı altında, Hollanda’ya getirilmesini irdeleyen bir yazı yazmıştım. Fakat bir kafeteryanın terasında oturken tanıştığım Berkay ve Gizem isimli gençlerle aramızda geçen diyalogdan sonra başka bir konuda yazmaya karar verdim. Gizem ve Berkay sepetlerinde bulunan kedileri Yumoş olduğu halde, yanıma gelerek, Haber Gazetesi’nde yazılarımı takip ettiklerini, okuyucu haklarını kullanarak beni eleştireceklerini söyleyip başladılar eleştirilerini sıralamaya.
Yazı uslubumu çok akademik, kullandığım dili diplomatik ve bir okadar’da ağır bulduklarını ifade ettiler. Seçtiğim konu başlıklarını, insanları okumaya teşvik eden ustaca seçilmiş bir tuzak olarak gördüklerini (Güdükzadeler, Zübükzadeler, Toplumsal Cazgırlar vs) gibi misallerle izah ettiler. Toplumsal konularla ilgili yazdıklarımdan istifade ettiklerini beyan eden uzunca bir muhabbetten sonra, kendilerini sabırla dinlediğim için teşekkür ettiler. Sohbetimiz ilerledikten ve kendilerine kedilerle ilgili anlattığım bir hikayeden sonra, her ikisi de ara sıra edebi yönünüzü de göstermelisiniz diye telkinde bulundular. Ve neden hep asık suratlı yazılar yazıyorsunuz diye sorup, kedi hikayesini yazmam konusunda ısrarcı oldular.
Gizem ve Berkay’a verdiğim sözü tutmak adına, kedi hikayesini anlatmak istiyorum. Hikaye’yi bir Cuma hutbesinde, yaşanmış bir olay olarak dinlemiştim.
Hutbede hikaye’yi anlatan hocaefendinin çocukluk arkadaşı olan, olayın kahramanı bir müftü çocuğu. Babası müftülüğün bahçesinde sohbet ederken, fareleri kovalayan kedileri göstererek, yanında bulunanlara kedilerin bıyıklarının ne işe yaradığını sorar. Orada bulunanlardan hiç kimse cevap veremez. Bu durum üzerine müftü efendi cevabı kendisi anlatır. Kedilerin bıyıklarının uydu, antenleri gibi işleve sahip olduğunu, kedilerin dost ya da düşman ayrımını bıyıkları vasıtasıyla algıladığını ifade eder. O vakit 7-8 yaşlarında olan bizim küçük yaramaz, babasından dinlediği olayı evde kendi kedilerinin bıyıklarını keserek deneylemek ister. Bir müddet sonra görürler ki, farelerin korkulu rüyası olan kedi, farelere saldırmıyor aksine onlarla oyun oynayarak, oyundaş oluyor.
Bu hikayeden de anlıyoruz ki, Yüce Yaradan hiç bir varlığı, hiç bir organı, hiç bir uzvu, aksesuar olsun diye yaratmıyor, hepsini bir gaye, bir amaç için yaratıyor. Eğer siz canlıların genetiğiyle, doğasıyla oynamaya kalkarsanız, Kedi misalinde olduğu gibi tabiatını bozar, fıtratıyla oynamış olursunuz. Yıllar var ki, yeni dünya düzeninin kurucuları insanlığın algı antenleriyle oynayarak, dostu düşman, düşmanı da dost bildirecek tuzaklarla insan evladının tabiatını, doğasını bozdular.
Sanat ve sanat tarihi adına dost ve düşman algılarımızla oynadılar, duygusal frekanslarımıza ayar çektiler, yolumuzu, yörüngemizi, kıblemizi şaşırttılar. Tıpkı turizm gelirlerini artırma adına, Türkiye fonlarından parasal destek ve yardım sağlanarak açılan Aphrodite sergisinde olduğu gibi; aklımız dondu kaldı. Neyin yararlı, neyin zararlı olduğunu hesap edemez olduk.
Sevgili Berkay ve Gizem, siz şimdi huylu huyundan vazgeçmiyor, basit bir kedi hikayesinde bile, bir yerlere göndermede bulunmuş diye aklınızdan geçirmekte haklı olabilirsiniz, itiraz etmiyorum, size verdiğim sözü tuttuğumu hatırlatarak, yazımı sonlandırmak istiyorum.