Mehmet Akçay kimdir, sizi kısaca tanıyabilir miyiz?
Aslen Ardahan’lı olmakla birlikte, 1956’da babamın Kırşehir Mucur’a taşınmasıyla orada doğup büyüyüp, 16 -17 yaşlarında da yine babamın devamlı içinde tuttuğu bizi okutma hevesiyle Bursa/İnegöl’e taşınması neticesinde ikametimiz de Bursa olmuş oldu. İmam hatip lisesini okuyordum, babam beni en çok bir müftü veya vaiz olarak bir yerde görmek isterdi.
Niye İnegöl’ü seçti?
Bursa’ya babam aslında aşinaydı, devamlı gidip geldiği için kendi mesleğinin de verdiği durumdan dolayı, ağır sanayi orada olduğundan makineleri oradan gidip alırdı. Kendisi iyi bir marangozdu. Bursa’ya gidip yeşilliği görünce, doğayı görünce, çok farklı bir ortam. Bir de tabi İstanbul’a yakın ve Bursa’da fakültenin olması da cezbediciydi. Bunun yanında Bursa İnegöl’de Ardahan’lı akrabalarımız da vardı. Biraz da nasip tabii.
Bir yandan okula devam ediyorduk öte yandan elimizdeki zanaattan ötürü zamanımızın çoğu atölyede geçiyordu. Kendi oyuncağımızı bile kendimiz yapıyorduk. Talaşın içinde oynuyorduk; en küçük yaşlardan, 6-7 yaşından sonra baba mesleği bir altın bilezik takılmaya başladı bize diyebilirim. Babam çok titiz bir insandı, işine olan titizliği şükürler olsun bize de yansımış. Aile marangozluğa aşina olunca, esnaf olunca, bizde de ister istemez biraz otomatikman yerleşti girişimcilik ruhu.
Zanaatkârlıkta size çok cazip gelmiş anlaşılan?
Zanaatkârlık zaten içinde olan bir şey. Okula gidiyorsun tamam ama benim İnegöl’e geldiğimde etrafımdaki arkadaşlarım yine sanayide olan arkadaşlarımdı. Komşular, arkadaşlar sanayide çalışıyordu. Ben de evin büyüğü olarak mecburen çalışmaya başlamak zorunda kaldım. Kardeşim Levent ile, o benden 1 sınıf altta olmasına rağmen, aramızda olağanüstü güçlü bir bağ vardı..
Onunla biz kardeşten ziyade dostuz. Aslında bu biraz anlatılmıyor yaşanıyor. O benim için bu dünyada yaslanabileceğim bir değer. Ki ona da ben aynıyım. Bir şeyi yaparken karşılıklı düşüncelerimizi okuyabilirdik ve hala da öyle. Bir şeye karar verdiğinde ya dur diyor ya da devam edelim diyor, o manada hep destek oluyor. Allah’a şükürler olsun o bağımız çok kuvvetli.
Arkadaş çevremiz de aynıydı. Daha sonra çalışma hayatımız başladı beraber İnegöl sanayisinde. İnegöl sanayisi başlı başına bir endüstri mobilya konusunda. oradan başladık bir şekilde, yani 85-87’de İnegöl’e taşındık, 89 civarlarında biz tamamen sanayiye entegre olduk. Ondan sonra 3-4 yıl Levent’le beraber çalıştık, kendimizi geliştirdik.
Bir atölyeniz var mıydı?
Tam niyetlenmiştik açmaya. Altyapısını hazırlamıştım, o zaman 20 yaşındayım. Hollanda işi çıktı, birileri sebep oldu, evlilik yoluyla Deventer’a gelip yerleştim. Buraya geldikten sonra bir yandan dil kurslarına gittim öte yandan kayınpederimin horeca dükkanına epey emek verdik. Bu sayede kendime bir başka meslek daha edindim ‘horeca’yla alakalı. ‘Horeca’nın altyapısı orada oluştu bende.
2 yıl kadar tezgahın arkasında döner kestim, servis yaptım. Yeri geldi bulaşık yıkadık, yeri geldi fırınla uğraştık. Hem orada çalışıyordum hem de müteahhit şirketlerine iş başvurusunda bulunuyordum. Telefon rehberleri sürekli elimizin altındaydı. O zamanlar Google yok tabi.
Deventer etrafındaki şirketleri arıyorum, pat çat ‘işçi lazım mı’ diye soruyordum. Birkaç sefer diploma soranlar oldu, eğitimimi soranlar oldu. Ben onlara ‘beni 1 hafta veya 1 ay deneyin hiç para vermenize gerek yok işinize gelmezse çıkarın’ dedim hep. Farklı iş kurumlarına yazıldım ve çevredeki işyerlerine gidip marangozlukla, inşaatla alaklı işler yapmaya başladım.
3 ayın içerisinde hızlı gelişmeler oldu, ama tabi inşaatta da bir Hollandalı gibi çalışmadık. Hollandalılardan 2 kat fazla çalıştım. Bu tür işlerde çalışırken, dili daha iyi kavradım, teknik terimleri de çözdüm. Ne nerden alınıyor, hangi malzemeyi nereye kullanıyorsun en önemli olan bu. O şirketten sonra kendi şirketimi kurdum ve kendime başladım, 1995 yılında.
PROJELERE BAŞLIYORLAR
Proje bazlı işler almaya başladım. Kardeşim Levent 1996 yılından sonra Türkiye’den sık sık gelmeye başladı; geliyordu, işleri bitirince tekrar geri gidiyordu. 2002 yılından sonra da artık geri gitmedi. 2002 yılında gelme sebebi ise Türkiye’de çıkan anayasa kitapçığı krizi. Mobilya dekorasyon dükkanı açmıştı Levent. 6 aylık dükkan, kriz bir vurdu, ertesi gün kilit vurmak zorunda kaldı kapıya. Bıçak keser gibi elindeki tüm işler bir anda kesildi, bir süreç falan da olmadı. Devalüasyon oldu, bir gün 10 lira olan mal bir gün sonra 1 lira oldu. Kimse önünü göremez olmuştu. Alınan işi bile bırakmak zorunda kaldı insanlar.
O geldikten sonra ben de burada zaten çok yoğundum. Saat ücreti 70-80 euro aldığımız işlerden sonra, 2 tane büyük proje aldım o zamanlar, iki tane villa yapacağım. 2004’e kadar aynı şekilde devam ettik, ondan sonra Rotterdam taraflarında talep olmaya başladı.
Bu taraflarda iş yapmaya başlayınca git-gel sıkıntı olmaya başladı. Rotterdam bilmediğim bir şehir değildi, benim diğer birader Rahim buradaydı zaten. Buraya taşınmaya karar verdik. MBT’yi Deventer’de kurmuştum 2003’lerin sonunda. Oradan da buraya taşıdık ve aynı şekilde Levent’le beraber burada devam ettik.
İşler büyümeye başladı, yeni elemanlar almaya başladık. Bir kaç firmaya güven verince onlar da işleri bize yönlendirdiler. 2007’ye kadar V.O.F. olarak devam ettik daha sonra MBT Holding’i kurduk. 2011 dönemine kadar çok yoğun bir dönem geçirdik. Şirkette çok hızlı bir büyüme yaşadık, Öyle bir döneme geldik ki yanımda kontratlı çalışan 30 elemanın 2 sene boyunca maaşlarını proje olmadan ödeyecek haldeydik. Bu hızlı büyümenin bize zararı büyük oldu, kontrolsüz büyümüştük çünkü.
Gelen talebi, karşılamaya çalıştık ama belki daha kontrollü yapabilirdik. 2008 krizi de üstüne cabası oldu tabii ki. O aralar da farklı yatırımlara yönelelim dedik. Krizden dolayı başka yatırımlara bakmaya başlarken, bir iki yanlış yatırım yaptık. Birlikte çalıştığımız Hollandalılar bizi gaza getirdi, gereksiz bir yatırımcılık macereası yaşadık. O zaman 400 bin Euro’muz yandı gitti. Onun peşine de biz 2009’un Ramazan’ında Konyalı’yı devraldık. 6 hafta içerisinde Konyalı’yı yıktık, tamamen yeniledik ve açılış yaptık yeni konseptle.
Çok hızlı yapmışsınız Konyalıyı?
Evet, zaten her şey elimizin altındaydı, hem inşaat işi dolayısıyla elemanlarımız, hem horeca altyapımız olduğu için ne istediğimizi iyi biliyorduk. Kendi çalışma alanlarımız… Zamanımızı hep dışarıda geçirdiğimiz için, akşam yemeklerimiz hep dışarıda oluyordu. İstediğimiz gibi bir servis yapan ve kaliteli yemekleri olan bir yer bulamamıştık. Hayal ediyorduk şöyle bir mekanımız olsa diye. Konyalı için Ömer Baler Hocam vesile olmuştu, bizi eski sahipleriyle tanıştırdılar bir akşam oturduk ve o akşam anlaştık.
Bir yandan da inşaat sektöründeki kaybınız vardı, yine büyük bir riske girdiniz?
Yani öyle oldu, yine bir riske girdik. Ama tamamen farklı bir sektöre girelim dedik. Durup dururken olan şeyler değildi. Nasip de var işin içinde tabii ki. Demek ki kaybımızda da bir murad varmış ki…
O zamanda bizi ayakta tutan kriz dönemini atlatmamızda Konyalı vesile oldu. Konyalı’ya da biz emek vermeden geri durmadık tabii. İnşaat projelerinden geliyordum, mutfakta kravatımı gömleğimin arasına iliştirip bulaşık yıkıyordum. Hiç de gocunmuyorduk, hatta zevkle yapıyorduk.
Konyalıyı büyüttünüz ve etli ekmeği Hollanda’da sevilir hale geldi. Rotterdam’da güzel bir mekan haline getirdiniz…
Evet etli ekmeği geliştirdik. Birebir ar-ge çalışması yapmadık ama her seferinde daha iyi olması için çalıştık. Öyle bir durumda insanların gidip yiyeceği bir restoran yoktu. Aslında var olan bir şeyi daha güzelleştirerek tekrar sunduk insanlara. İnsanların da beklentisi varmış demek ki tuttu.
“TECRÜBE KADAR PAHALI BİR ŞEY YOK”
Kaç saat çalışıyordunuz o günlerde?
O günlerde çok saat çalışıyorduk, çok saat! Çünkü sabahları inşaat erken başladığı için mecbur 5’te kalkmam lazım. Gece de restoranı kapatman lazım gece 12’de. Her gün Konyalı’da olmuyordum gerçi de, ama 11-12’den önce eve gidemiyordum. Haftada bir bana bir palet çizim geliyordu, teklif istiyorlardı şirketler. Bizim inşaat teklifleri de öyle normal basit teklifler değil. 25-30 sayfa oluyordu bazen. Her hangi birine de yaptıramıyorsun. Bütün A’dan Z’ye işlerin fiyatları hesaplanması gerekiyordu. Her biri parça tek tek yazılı olması gerekiyor.
Konyalı’da daha sonra yan binayı alarak, lounge olarak büyüttük. O süreç biraz sıkıntılı geçti. Bazı yerel politikacılar bizi uzun süre oyaladılar gerekli izinleri çıkarmak için. 1 sene fuzuli kira ödedik. Politikacılarla iş yapmayacaksın ve güvenmeyeceksin, onu anladık orada.
O sırada MBT’nin iflası gerçekleşti. MBT’yi kurarken ben 150 yıllık bir şirket olsun diye hayal etmiştim. Olmadı maalesef.
Hangi şeyleri farklı yapsaydınız öyle olurdu?
Aklı başında düzgün bir iş yöneticisi almış olsaydım belki daha farklı olabilirdi gelişmeler. Teknik işi ben zaten idare ediyordum, o benim işimdi. Daha iyiyim o işte. Yöneticilikte bir tecrübem yok, ama ben her ikisini de yürütmek zorunda kalıyordum.
Daha çok inceliyoruz şimdi. Ben her zaman söylerim: “Tecrübe kadar pahalı bir şey yok. Bu dünyada satın alamayacağın tek şey tecrübe. Onu kaybetmen lazım, o milyonu kaybetmen lazım ki o tecrübeyi kazabilesin”. Bu işin gerçeği. Bizde o şekilde o tecrübeyi kazanacakmışız, parayı kaybederek. Etrafımda tanıdığım Hollandalılar var. Adam 7 sefer iflas etmiş, 8’inciye bıkmadan usanmadan tekrar başlamış ve sonunda tutturmuş.
USTALIK DÖNEMİ
Şu da bir gerçek, siz de piyasadan ucuz çalışmıyorsunuz, bunun ne demek olduğunu iyi biliyorsunuz değil mi?
Mutlaka! Bir insan yapılan veya yaptırdığı işe değer veriyorsa, kendi mekanına değer veriyorsa , biz değer katan bir firmayız aslında baktığında. Bana 4 tane duvarı veriyorlar ve orası bir marka oluyor.
Konyalı’dan başla mesela. Konyalı o halde dekore edilmeseydi, o zamanki şartlarda, orası bir marka olmazdı. Şimdi Bowling salonuydu, Nazar Restoran’dı, ondan sonra yaptığım Has Döner’lerin konseptleriydi ve son yaptığım Rotterdam’daki Keyf-i Terras Restoran’ı. Her birini yaptıkça daha da güzelleştirmeye başladık. Has Döner’cilerine başladığımda HAS daha çok standart dönerciydi. Biz ne yaptık, daha farklı modern mekanlar’ yapmaya başladık.
Ondan sonra Keyf-i Terras Restoran da tamamen A’dan Z’ye anahtar teslimini yaptık. Proje yönetiminden, mimarla olan ilişki ve çizimlerden ve işverenin sana güveni. Mekan sahibi anahtarı veriyor bana ve güvenerek ‘kafana göre takıl’ diyor.
Ama bir işi aldığımda sadece onu yaparken düzenleme ve düşünce geliştirmiyorum. Günün her anı yatarken kalkarken, nasıl daha iyisi yapılıp fark yaratılabilir zihnimde çeviriyorum. Çözümler üretip en uygun şekilde en güzel hale getirmeyi planlıyorum. Bu bir süreçtir çalışmalar bitene kadar en iyi şekilde yapmayı planlıyoruz.
Bütün yaptığım yerler için de şu geçerli. Bir yer benim içime sinmiyorsa o şekilde yapmak istemem. Çünkü orayı Mehmet Akçay yaptığında, insanların “Burası güzel olmamış veya paradan kaçınılmış şurası de şöyle olmuş” demelerini istemem. Bir mekan iyi de olsa, kötü de olsa fatura bize çıkacak, insanlar öyle görecek.
Keyf-i Terras Restoran çok beğenilen bir mekan oldu, orada iltifatlar aldınız mı?
Bizim yapabileceklerimizi ve kapasitemizi göstermemize en büyük fırsat aslında Keyf-i Terras oldu. En kapsamlı iş orasıydı şu ana kadar. Her santimetre karesi işlenen bir mekan oldu. Orda tabi mekan sahibi Hasan Bey’in, hem işin oluşumu yönünde cömert davranması, hem de bize güvenmesi önemli bir etkendi.
Daha çok gastronomi sektörü mü iş alanınız şimdi?
Tamamı gastronomi. Artık şu an tamamen uzmanlık alanımız. Mutfağın dizaynından al da, kim nerede nasıl çalışacak diye önden biliyoruz. Ölçülerimiz ve standartlarımız var kullandığımız. Bu şekilde çok hızlıca anahtar teslimi yapabiliyoruz. Mekanın sahibi bütçesini ayarlıyor ve başka bir işe karışmasına gerek kalmıyor. Hepsi hazır geliyor ve takılıyor.
Projeyi bir başkası 3 ay içerisinde oluşturuyorsa, biz birkaç gün içinde çalıştığımız mimarlarla hızlı iletişim içinde olduğumuz için, proje başlayıp birkaç haftalık kısa sürede teslim ediyoruz. Müşterimize gerçekten çok kapsamlı servis de veriyoruz. Bazen oluyor yapılan mekanın mutfağını bile doldurabiliyoruz. Etinden de tut da, servisine kadar.
Eser ortaya çıkarma hazzı nasıl bir duygu?
Açıkçası onu yaşaman lazım. Siz güzel bir yazı yazdığınızda insanlar size iltifat ettiğinde o hazzı anlatabilir misiniz? O güzel bir duygu, bizde de aynı. İnsanların, senin yaptığın bir işi beğenmesi güzel, o haz seni bir sonraki projeyi daha güzel yapmana itiyor. Zamanla arkada bıraktığımız referanslara baktığımızda, biraz da imkan verildiğinde, bütçeler verildiğine, sen de o bütçeye göre hareket ediyorsun. En iyisini yapmaya çalışıyorsun.
“YIL SONUNA KADAR DOLUYUZ”
Müşteriyi memnun etme adına elimizden gelen her şeyi yapıyoruz. Mesela örnek vermem gerekirse, çoğu insan müşterisini tedarikçisiyle tanıştırmaz, çünkü oradan para kazanacak. Ama biz öyle yapmıyoruz. Beraber gidiyoruz Türkiye’ye, ürünlere beraber bakıyoruz ve aynı zaman da müşterimize tavsiyelerde bulunuyoruz. Masadır, sandalyedir, atölyeye gidiyoruz, renk seçeneklerine bakıyoruz. Onlar oluştuktan sonra gerisi hızlıca geliyor. Konyalı, Nazar Restoran, Keyfi Terras derken şimdi Allah’a şükürler olsun her yerden bir akım var, telefonlarımız susmuyor. Yıl sonuna kadar dolu işlerimiz.
Türkiye dönme planlarınız vardı bir ara…
Bir nevi döndük sayılır aslında bakarsan. Çünkü Konyalı restoranı sattık, sonra Bursa’da 300 kişilik güzel çalışan saygın bir restoran açtık. Kardeşim Levent başında duruyor. Onun yanı sıra ben de buradaki dekorasyon ve çalışmalarda zaten Türkiye’yle çalışıyorum. Yıl bazında 15-20 civarı tır yüklenip geliyor farklı çalışmalar için. İleriki dönem neyi gösterir bilmiyorum henüz. Hazır bir şeyi bırakıp Türkiye’de bir maceraya atlamanın da mantığı yok gibi. Türkiye piyasasına alışmak yine birkaç yıllık süreç olacak. Burada alıştığımız sistem orda tamamen farklı. Avrupalı bir firma olarak Türkiye’den iş almak başka, Türkiye’deki bir firma olarak orada çalışmak başka. Sistemin oturması yıllar alabilir.
Mehmet Akçay’a info@prodesi.nl mail adresinden ve 06-28 919 007 telefondan ulaşabilirsiniz.