Avrupa Türk diasporasının da 79 milyon insanımız gibi yürekleri yanıyor. Aidiyet duymaktan gurur duyduğumuz ülkemiz Türkiye’de, son on günde yaşanan iki büyük kanlı olay ile bizler de sarsıldık. Daha Beşiktaş’ta yaşanan kanlı ve acı terörün şokunu atlatamadan, Kayseri’de hafta sonu izine çıkan er ve erbaşlarımızın şehit edildikleri haberini aldık. Biz de tüm milletimiz gibi bir kez daha yıkıldık, kahrolduk. Ellerimiz şehitlerimiz ve yaralılarımız için semaya kalktı. Rabbimize yüreklerimizi açıp yalvardık.
Bütün bu yaşananları anlamaya ve anlamlandırmaya çalışıyorduk ki, o anda kanlı terör saldırılarıyla ilgili olarak Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın tarihi açıklaması geldi: “Maruz kaldığımız bu saldırıların, bölgemizde yaşanan olaylardan, özellikle Suriye ve Irak’taki gelişmelerden, hatta ekonomideki dalgalanmalardan bağımsız olmadığını biliyoruz. Bu terör örgütlerine karşı, milletimizle birlikte, bir milli seferberlik ruhu içerisinde hep birlikte kararlılıkla mücadele edeceğiz. Gün farklılıklar üzerinden kısır çekişmelerle enerjimizi heba etme, kavga etme değil, ‘Tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devleti’ ilkeleri çerçevesinde bir olma, beraber olma, kardeş olma, hep birlikte Türkiye olma günüdür”.
Evet. Türkiye çok yönlü bir saldırı ve kuşatmayla karşı karşıya. İçeriden devşirilenler iş başında gibi gözüküyor. Ancak bölgesel ve küresel insanlık düşmanı güçlerin de devrede olduğuna dikkat çekiyor Cumhurbaşkanımız ve devamında da Milli Seferberlik çağrısı yapıyor, göreve çağırıyor. Peki, Cumhurbaşkanımızın milli seferberlik ruhu çağrısı, Avrupa Türk diasporası için ne anlama geliyor? Çağrıyı nasıl anlamalıyız? Neler yapmalıyız?.
İşe nereden başlamalıyız?
Öncelikle, Türkiye’nin başına bela olan terör örgütlerini iyi tanımalıyız. PKK, YPG, KCK, FETÖ, DEAŞ gibi terör örgütlerinin mutlaka antropolojisi oluşturulmalı. Yani bu örgütlerin ne olduğunu, nasıl çalıştıklarını, neler yaptıklarını çok iyi bilmeliyiz. Bu terör gruplarını yeterince tanımadan aidiyet duyduğumuz ülke Türkiye’ye faydalı olamayız. 15 Temmuz kanlı darbesini milletimiz için bir dönüm noktası olarak görmeliyiz. Avrupa Türk diasporasını oluşturan gruplar olarak, geçmişe göre kendi aramızda olağanüstü bir dayanışmaya girmeliyiz. Sadece kendi aramızda değil, aynı zamanda içinde yaşadığımız ülkenin insanlarıyla, karar vericileriyle, yazarlarıyla, düşünürleriyle, siyasetcileriyle de sıkı bir işbirliğine girmeliyiz. Avrupa’da milletimizin ve insanlığın derdini kendine dert edinenler olarak, bugün içinde bulunduğumuz ülkenin medyasını fazlaca takip etmeliyiz. Yazılan, çizilen ve söylenenleri ve arka planını iyi tahlil etmeliyiz. İnsanlık için, bir defa daha sorumluluğun şuuruna varmalıyız. Kolay anlaşabilen kişi ve kurumlarla yeni stratejiler üzerine fikir alışverişleri yapmalıyız. Kısacası yeniden kendimize bir çeki düzen vermeliyiz. İçinde yaşadığımız ülkenin şartlarını iyi bilerek, mücadeleyi bu yönde yönlendirmeliyiz. Asla ve asla, bizim milli seferberlik anlayışımız ve uygulamaya kayacağımız eylemlerimiz, içinde yaşadığımız ülke insanlarını ürkütmemeli ve onları endişeye sevk etmemelidir. Avrupa şartları ve gerçeklerine uymayan, hissi ve şiddete davet çıkaran çıkışlara asla meyletmemeliyiz. Anadolu değerleri davranışlarımıza ve hareketimize yön vermeli, hakim olmalı. Aksi hareketler, provakatif metodlar ve çıkışlar Avrupa Türkleri’ne, Türkiye’ye, Avrupa’ya ve Türkiye -Avrupa Birliği ilişkilerine zarar bile verebilir.
* * *
Türkiye’nin Noel şenliklerini yasaklama palavrası…
Hafta sonu başta Alman gazeteleri olmak üzere, Hollanda medyası da aslı astarı olmayan bir haber gündemi meşgul etti. Örneğin Hollanda’da yayınlanan AD gazetesi: ‘Türk hükümeti Noel Kutlamasını yasakladı’ başlıklı bir yazı yayınladı. Yazıda okul yönetimi tarafından Almanca bölüm başkanlığına bir mail gönderildiği iddia edildi. Güya yazıda ‘35 Alman öğretmen okulda Noel ve Hıristiyanlıkla ilgili konuşma yapmaması konusunda da uyarıldı’ ifadesine yer verilmiş. Oysa haberin her haliyle doğru olmadığı belliydi. Okul yönetiminin bir işgüzarlığını Türk hükümetine maletmek insafsızlıktır. Böyle bir mektup Ankara hükümetini zor duruma düşürmekten başka işe yaramaz. Kaldıki, yazılanlar üzerine okul yönetiminden bir açıklama yapıldı. İşte o açıklamadan iki cümle: “Okul içerisinde Alman ve Türk öğretmenlerin, tüm öğrenci ve personelimizin en doğal hakkı olan inanç özgürlüğünü kısıtlayan hiçbir yasaklama söz konusu değildir ve olamaz”. Yani isteyen, onyıllardır yapıldığı gibi kutlamasını yapacak.
Öküzün altında buzağı arayanların hayalleri suya düşüverdi. Başta Alman medyası olmak üzere, Avrupa medyası olayı bir kez daha çarpıttılar ve ortamı gerdiler. Önyargıları pekiştidiler. Ama… asla maksat hasıl olmadı, olmayacak da…
Bir bardak suda fırtına koparmak isteyenler daha çok beklerler.
Evet. Avrupa Türk diasporası, her geçen gün daha çetrefli gelişmelere muhatap olmaya devam ediyor. Bu gelişmeler, bizim daha da olgunlaşmamıza ve akli selim düşünmemize katkıda bulunacak. Avrupa toplumları içinde konumuzu daha da güçlendirmeye vesile olacak. Sosyal sorumluluk duyguuzu arttıracak.
Bu böyle biline…