Türkiye’ye karşı Cumhurbaşkanı Erdağan üzerinden sürdürülen dezenformasyon Barış Pınarı Harekatı ile yeni bir boyut kazandı. Bugüne kadar olan Erdoğan’la ilintili olduğu için konjonktürel olarak nitelendirilebilirdi ve sürdürülebilir görünmüyordu, ancak şimdiki durum oldukça farklı. Türkiye’nin bütünlüğü ve güvenliği için bir tehdittir söz konusu olan. Avrupa’nın bu tavrı PKK gibi eli kanlı bir terör örgütünü meşrulaştırmaktan başka bir şey değildir.
Problem harekatla ilgili haberlerin duyurusundan itibaren kendisini göstermektedir. “Türk ordusu Kürtlere karşı taarruz başlattı” diyerek başlayan haberlerde harekatın meşruiyetine halel getirecek her türlü dezenforasyon harekete geçirilmektedir. Bu durum maalesef medya ilesınırlı kalmamaktadır. Siyasiler ve kendi ajandalarını takip eden bazı lobiciler de boş durmuyorlar. Israrla Türkler ve Kürtler arasına sözümona var olan bir savaştan bahsediyorlar. Maksat harekatın meşruiyetini sorgulamak olsa itirazımız olmaz. Ancak burada yapılan nesnel verilerden hareketle elde edilmiş argümanlarla yapılan bir sorgulamadan ziyade, Türkiye’yi her halükarda yargılama çabasıdır.
Haberlerin tümü Erdoğan’ın liderliğinde saldırgan bir Türkiye algısı üzerine kurgulanırken, PKK masum bir bağımsızlık hareketi gibi lanse edilmektedir. Halbuki hala kendilerinin de tanıdığı terör listesinde PKK da vardır. Bunu bile bile ısrarla göz ardı etmek ancak belirli bir amaca hizmet eder. Bu amaç da PKK’nın meşrulaştırılmasıdır.
Bir başka dezenformasyon da YPG/PKK’nın IŞİD’a karşı yapılan savaşta gösterdiği performanstır. İşin gerçeği ise, PKK’nın hem kendine Kuzey Suriye’de bir alan açabilmek hem de ABD ve Avrupa’nın desteğiyle silahlanabilmek için savaşa dahil olmasıdır. Olan bir terör örgütünü bir başka terör örgütüne karşı kullanmaktan ibarettir. Nitekim ABD işi bitince onlara sırtını çevirmiştir.
Haberlerde öne çıkan bir diğer algı da Kuzey Suriye’nin bir Kürt bölgesi olduğu ve YPG/PKK’nin de Kürtlerin meşru temsilcisi olduğu algısıdır. Halbuki bu bölgede Türkmenler, Araplar, Kürtler ve Süryaniler yüzyıllardır yaşamakattadırlar. YPG/PKK iç savaş sürecinde oluşan boşluktan istifade ederek bölgeye yerleşmiş ve ilk olarak da Arap ve Türkmenleri bölgeyi terk etmeye zorlayarak bir etnik temizlik yapmıştır. Sadece bununla da kalmayıp, kendilerini desteklemeyen Kürtleri de ya ortadan kaldırmış ya da bölgeyi terk etmeye zorlamıştır. Bu Kürtlerin bir kısmı Kuzey Irak’ta Barzani rejimine, bir kısmı ise Türkiye’ye sığınmışlardır. Maalesef bunlar Avrupa kamuoyundan ısrarla gizlenmektedir.
Maksatlı olarak göz ardı edilen bir başka olgu da Türkiye’nin 4 milyona yakın Suriyeli mülteciyi barındırdığı olgusudur. Bir kaç bin mülteci gelince toplumsal hezeyanın yaşandığı ülkelerin biraz empati yapmasını beklerken tam aksi bir tavır alınması anlaşılır bir durum değildir. Bu insanların geri dönüşü ancak güvenli bir Suriye’nin oluşmasıyla mümkündür. Bu da önüne gelenin kendisine bir alan açıp ve birbirleriyle mütemadiyen savaşmasıyla değil, o insanların gidip güvenli bir şekilde hayatlarını idame ettirebilecekleri yerleşim yerleriyle mümkündür. Bu da Türkiye’nin katkısı ile mümkündür. Bugün Türkiye’ye kan kusanlardan bir kez olsun Türkiye’nin milyonlarca mülteciyi ağırlaması konusunda olumlu bir söz işitemedik, ancak şimdi PKK’lı teröristlerin akıbetiyle ilgili kaygılarını her gün duymaktayız.
Sistemli bir şekilde beyinlere zerk edilmeye çalışılan bir diğer algı da Erdoğan’ın bir savaş başlattığıdır. Halbuki Türkiye’nin binlerce vatandaşının hayatına mal olmuş, hem maddi hem de manevi devasa boyutları olan bir terör olgusu vardır ve PKK bunun baş aktörüdür. Haliyle terörden muzdarip bir ülkenin de ona karşı tedbirler almasından tabii bir tavır düşünmek mümkün değildir. Bu mesele Erdoğan’ın değil, Türkiye’nin meselesidir ve Erdoğan da an itibariyle sorumlu makamda olduğu için mücadelenin karar vericisi konumundadır. O olmasaydı da terörle mücadele olacaktı. Nitekim Barış Pınarı Harekatı, PKK’nin siyasi ayağı HDP dışında bütün partiler tarafından desteklenmeketdir. Maksadı bağcı dövmek olanların bunlardan bahsetmesi tabii ki beklenmez, ama olan yanlış yönlendirililen kamuoyuna olmaktadır.
Avrupa’daki bu dezenformasyon terörünün kaynaklarından birisi hiç şüphesiz PKK lobicileridirler. Onlar sürekli mağdur edebiyatı yaparak PKK’yı kamuoyuna meşru müdafa yapan bir örgüt gibi lanse etmektedirler. Maalesef buna bazıları bilerek bazıları da bilmeden alet olmaktadırlar. PKK’nın diğer terör örgütlerinden hiç bir farkının olmadığı, hatta bir çoğundan daha tehlikeli olduğu gerçeği kamuyundan gizlenmektedir.
Konuya tamamen insani gerekçelerle bakıp her türlü çatışmaya karşı olanları ayrı tutup, şimdilerde ortalıkta barış havarisi olarak cirit atanların hiç birisi, barışa oldukça yakın olunduğu Çözüm Süreci esnasında ortalıkta görünmediler. Görünenler de süreci baltalamak için ortalıktaydılar.Zihniler, Saadetler neredeydiler o zamanlar acaba? Yoksa onlar da Frederike gibi ‘silah PKK’nın sigortası’ mı demekteydiler? Gerçek barış taraftarı halkının güvenliğinden sorumlu devletin yaptığı mücadelenin hukuk içinde olup olmadığını sorgular. Terörü ise lanetler. Bunlar ne yapıyor? Terörist seviciliği! Sevsinler sizin barışçılığınızı!
Not: Bu dezenformasyon süreci bizim lobicilikte sınıfta kaldığımızı bir kez daha gösterdi.