‘Amsterdam’da bir vesileyle güzel bir ailenin evindeyiz. Açık büfe şeklinde hazırlanmış sofrada ikinci nesil olan bizler otururken, gündem; yaşadığımız izin/tatil tecrübelerine geldi. Hollanda’ya sonradan gelen arkadaş “Hatırlıyorum, mahallemizdeki komşumuzun bebeği olmuştu ve faturayı ödeyemediği için bebeğini hastanede rehin almışlardı. Şimdi akrabalarımdan böbrek hastası olan birine ambulans geliyor, hastaneye götürüyor ve diyalize bağlıyor” şeklinde ifadeleri “eski Türkiye” ve “yeni Türkiye” karşılaştırması ve yaşanılanlara geldi, dönüp dolaşıp. Haklılardı anneler.
Genç kız masaya oturunca konuya hızlıca dahil oldu: “Kusura bakmayın ama hiç de dediğiniz gibi iyi durumda değil insanlar” diyerek giriş yaptı. Starbucks’ta kahve içmek isteseler ne kadar pahalı olduğundan, o insanların bunu ödeyemediğinden bahsetti. Olay özelde Hollanda (genelde Avrupa) ve Türkiye karşılaştırmasına dönüştü. Haklıydı genç kız.
Eski Türkiye ile yeni Türkiye’yi karşılaştırdığımızda, Türkiye’nin Avrupa standartlarında bir Starbucks’unun ve AVMlerin olması, çoğu evde araba-internet-cep telefonu gibi ihtiyaç maddelerinin bulunması, sağlık alanındaki gelişmeler (Avrupa’dan Türkiye’ye giden sağlık turizmini de göz önünde bulundurursak) nisbi bir ilerlemeyi gösteriyor. Ama Avrupa ile karşılaştırdığımızda, gelir seviyesindeki ve altyapıdaki farklılıklar, çalışma şartları ve çalışma etiği, üretim ve tüketim alışkanlıkları, gibi ekonomik göstergeleri karşılaştırdığımızda farklı bir tablo ortaya çıkabiliyor. Demek ki, karşılaştırma yaparken, hangi ögeleri karşılaştırdığımız ulaşacağımız sonucu ve duygumuzu belirliyor.
Genç kızın ve annenin hissettiği duyguların hakkını vererek olayı anlamaya çalıştık. Bulunduğumuz noktayı analiz edip anlamaya çalışırken tarihi süreci bilip hesaba katmazsak, doğru sonuçlara ulaşamayız. Bu bağlamda, aydınlanma çağını, sanayi devrimini, 2. Dünya Savaşı travmasını, sömürgecilik ve kölelik tarihini yaşamış Avrupa insanının ve ekonomisinin geldiği noktanın, bu tarihi süreçten farklı bir tarih yaşamış ülkelerle karşılaştırılması bir anlamda elma ile armutu karşılaştırmak gibi oluyor.
Demokratikleşme ve kapitalizm sürecini yüzyıllarca yavaş yavaş yaşayarak sindirmiş bir Avrupa ile, henüz Özal’dan ve 1980’den sonra serbest ekonomi piyasasına geçmiş, 50 yıl gibi kısa bir süre içinde demokratikleşme çabaları darbelere takılmış bir Türkiye karşılaştırması bizi ne kadar doğru sonuçlara götürebilir? (Sadece para piyasalarında değil, örneğin öğretmenlik gibi mesleklerde serbest piyasaya geçilmemiş ve hala devletçiliğin sürdüğü bir Türkiye’de memurlar hala devletten atama bekliyor. Halkın devletten beklentisi ile sorumluluk alma dengesi ülkeler arasında çok farklı bir seviyede.)
Ama böyle yüzyılları kapsayan uzun tarihi bir sürecin analizini yapabilmek için maalesef yeterli bilgi edinmemiştik. Ve annelerin ömrüne sığan kısa tarihi tecrübeleri anlayabilecek empati duygusu da yetersizdi: “Ben sadece yaşadığımı bilirim. Benim yaşamadığım şey yok” duruşu, belki de ikinci neslin taşıyamadığı cesareti göstermesi açısından sevindirici olabilirdi.
Birinci nesil, sessizce işimi yapayım, kollektife ve köklerime sadakatle hizmet edeyim diyerek şükran duyguları ile var olanı yeterli buluyordu. O şekilde var olabiliyordu. Yeni çağın nesli “Hollanda’da haklarımı ve bireyselliğimi istiyorum ve ayrıca senin doğrularına ihtiyacım yok, bildiğim doğruları konuşacak cesaretim var” diyor. “Öğreneceksem de, nasihatinle değil, kendim tecrübe ederek öğreneceğim” diyor.
İnsanın geleceğini ve kimliğini oluşturan faktörlerden birisi aidiyet duygusu. Köklerinden aldığı bilinç, güven ve güçle, yeniye ufuk açabilir insan. Ama belki de, köklerindeki önyargılar ve yüklerden arınmış olarak cesaret ile yeni bir ufuk da açabilir yeni nesil.
Aslında bu yazıda, bizi bekleyen önümüzdeki ekonomik krizden bahsedecektim.
- Gaz ve elektrik fiyatlarında kimi sirketlerin %200 gibi bir zam yapmayı duyurduğundan (kaynak: rtlnieuws);
Hammaddelerin %50-200e, özellikle Asya’dan taşıma ücretlerinin 5 katina varan fiyat artışlarından;
Araç üretiminin temel maddelerinden olan magnezyum ve alüminyum eksikliğinden dolayı fırlayan fiyatlardan (kaynak: volkskrant); - Hammadde fiyatlarının yükselmesi sonucu konut yapımının durdurulmasının Hollanda’da zaten var olan konut krizinin insanları isyan derecesine getirmesinden;
- Kira fiyatlarinin ortalama metrekare basina 10-15 Euro arasinda olmasindan (100 m2lik bir ev icin 1000-1500 Euro kira demek oluyor, kaynak: nvm.nl);
- Ev fiyatlarının ortalamasının 419.000 Euro’yu bulmasından (kaynak: nvm.nl);
- Sağlık sigortasının kişi başına aşağı yukarı 150 Euro’ya varmasından (kaynak: bizatihi tecrube);
- Hollanda’da 9 çocuktan 1 tanesinin fakirlik içinde yaşadığından (kaynak: kinderombudsman);
- Bir milyon insanın fakirlik sınırı altında yaşamasından (kaynak: voedselbank);
- Üniversite mezunlarının 40.000 Euro borçla hayata başlamasından (ortalama 17.500 Euro, kaynak: universonline.nl);
- Saglik alanindaki kısıtlamalardan;
- Deniz seviyesinin beklenenden daha hızlı bir şekilde yükselmesinden (kaynak: knmi);
- Avrupa Merkez Bankasının karşılıksız para basmaya devam edip ekonomiyi şişirmesinden (kaynak: Trouw) filan.. bahsedecektim.
Ama bu sayıda ‘Amsterdam’ neslini ve nesiller arasındaki farkı konuştuk. ‘Amsterdam’ ülkesini ve ülkeler arasındaki farkı konuştuk. ‘Amsterdam’ tarihini ve tarihler arasındaki farkı konuştuk. Bildiğimizi zannettiğimiz gerçeklerimizi yeniden değerlendirip revize edebilecek miyiz? Yeniye ve bilinmeze açık olup ona alan tanıyabilecek miyiz?
“Kesinlikle! Her zorlukla beraber bir kolaylık vardır.”
Hangi dersler, hikmetler ve hayırlar gizlidir zor görünende veya bilinmeyende, kimbilir?
HABER Gazetesi’ni yeni miladı dolayısıyla tebrik ediyorum. Köklerinden ve kollektiften aldığı tecrübe ile, geleceğe ve nice yeni ufuklara ve vizyonlara..