Paris’teki terör olayları, Almanya’daki PEGİDA gösterileri, Hollanda’da camilerimize saldırılar, yerli toplumun her kesiminden bir infial yarısı derken kolektif İslam düşmanlığı politikacılardan başlayıp art niyetli STK yöneticilerine kadar yayıldı. Pusuda bekleyen ırkçılara gündoğdu. Hayatından memnun olmayan yerli halk da hoşnutsuzluğunun suçlusunu bulmuş gibi içindeki kini kusmaya başladı. Belki bir kötümser bir tablo çizdim. Toplumumuzun başarılı kesiminden gelen ve Hollanda ve Hollandalılarla uyumunu ortalamanın üstünde sağlamış daha genç arkadaşlar endişelerimi abartılı bulabilirler ama meselenin özü değişmiyor. Dışa vuran ayırımcılık ve ırkçılıktan daha kötüsü için için gelişen ve kurumlara yayılan ırkçılık ve ayırımcılıktır. Paris’teki ve benzeri terör olayları bu önyargılı davranışları körükler ve tamiri çok daha güç hale getirebilir.
21’inci yüzyılın en önde gelen sosyal oluşumlarından biri de halkların göç hareketleriydi. Ekonomilerin globalleşmesi, dünyada hızlı nüfus artışı, gelişmiş ülkelerin nüfuslarının yaşlanması fakat genç nüfuslarının giderek azalması demografik ve sosyal dengelerin değişmesine yol açtı. Bu çalkalanmaya bir de Afrika ve Asya’da ortaya çıkan karışıklıklar eklenince gelişen ülkelerden zengin ülkelere doğru büyük bir göç hareketi başladı. Batı Avrupa gibi gelişmiş ekonomilerde ucuz işçi ihtiyacı artık kaçaklardan ve ilticacılardan karşılanır oldu. Bu da insan ticaretini teşvik eden çok önemli yeni bir faktör olarak karşımıza çıktı. Bütün bunların üstüne silah tüccarlarının ticaretlerini arttırmak için devamlı değişik yerlerde çatışmaları tahrik etmeleri daha fazla halk hareketlerine yol açtı.
Artık “bu olan bitenler bize uzak! işimize bakalım” deme olanağı kalmadı. Terör yanıbaşınızdaki süpermarkette kapıyı çalabilir veya bir sabah saat dörtte komşunuzun evi onlarca terörle mücadele ekipleri tarafından sarılıp basılabilir.
Müslüman Türk toplumunun bu şartlar içerisinde kendini ne kadar geleceğe hazırladığını irdelemek herkesin toplumsal borcudur. Allah’ın bize verdiği aklımızı kullanarak, olayın ciddiyetini idrak ederek ve güçlerimizi pozitif yönde birleştirerek toplumsal barışı koruma yolunda şimdiye dek görülmedik bir gayret ve azimle çalışmalıyız. Çocuklarımıza huzurlu bir gelecek istiyorsak, onların yerli arkadaşları tarafından dışlanmadan, horlanmadan hatta hakaret edilmeden bir gelecek kurmalarını arzu ediyorsan bugünden işe sarılmalıyız. Herkesin mutlak ve mutlak kendine sorması gereken sorular:
- Geleceğimin daha iyi ve huzurlu olacağına inanıyor muyum?
- Çocuklarım bugünden daha iyi ve huzurlu bir ortamda büyüyecekler mi?
- Bizim topluluğumuzun Hollanda’daki yeri ve konumu ileride daha iyi olacak mı?
- Karşılaştığımız güçlükleri herkes kendi başına yenebilir mi?
- Şu sıralarda ortalıkta esen müslüman karşıtı toplumsal davranışlar bir moda gibi gelip geçer mi?
Bütün bu sorulara hepsine cevabınız “Evet” ise birşey yapmanıza gerek yok demektir! Bugüne kadar nasıl yaşadıysanız aynı şekilde devam edebilirsiniz. Ancak bir tanesine dahi “Evet “diyemiyorsanız bence bugünden itibaren hazırlık yapmak gerekir. Bizlerle aynı endişeleri paylaşanlarla fikir ve güçbirliği yapmak, bu toplum içersindeki yerimizi kendi GÜCÜMÜZLE sağlam hale getirmek için ortak strateji oluşturmak zorundayız. Elbirliği ile hareket ederek, aramızdaki fikir ayrılıklarının bizi yüksek gayeler yolundaki çalışmalarda engellemesine izin vermemeliyiz. İçinde yaşadığımız Hollanda halkı için “bu iyi Türk, bu değil veya bu barışçı müslüman, öteki değil” diye bir ayırım söz konusu olmayacak. Nasıl bir davranış özlüyorsak onu sağlamak bize düşüyor. Bu süreçte de bir tek rehberimiz var: aklımız. Aklımızı kullanmaz isek hergün başkalarının hazırladığı gündemle uğraşmak zorunda kalır ve hiçbir zaman istediğimiz, ideal edindiğimiz huzur ve barış dolu, içinde yaşadığımız ülke ile uyum halinde, ortak değerleri paylaşan bir toplum olamayız. Hepimiz buraları terketmeyi düşünmediğimize göre başka seçenek yok diyorum.