Hollanda Türk toplumu olarak son haftalarda yine zor günler geçiriyoruz. Birbiri arkasına gelişen olaylar direk veya dolaylı bir şekilde toplumumuzun bireylerini olumsuz bir şekilde etkilemektedir.
Elli yıllık Hollanda Türk göçmenlik tarihimizde şu günlerde yaşadığımız sürecin benzerlerini yaşadık. Hepsini sabır, sağduyu ve metanetle atlattık. Bu süreci de şüphesiz aşacağız.
Bu süreçte; Mülteci kriziyle Avrupa siyasi gündeminden hiç düşmeyen Türkiye ve zaten aylardır var olan medyadaki anti Türkiye ve anti Erdoğan yaygarası ile oluşturulmak istenen algı, daha da pekişmiş oldu. Bu sürecin bir devamı olarak son günlerde bir dizi olaylar meydana geldi. Gelişmeler bazen Türkiye ile Hollanda arasında kriz havasına sebep oldu. Bütün bunlar hiç şüphesiz Hollanda Türk toplumuna zor günler yaşattı.
Özellikle Cumhurbaşkanı’mız ile ilgili yapılan karikatürle başlayan ve Ebru Umar’ın (ki bize göre tam bir oyun ve senaryo) Türkiye’de sorgulanmak üzere bir kaç saat göz altına alınması ve bir müddet ülkeyi terketme yasağı getirilmesi ile devam eden süreç bir çok ilişkilerimizi etkilemiş oldu.
Bu süreçte bir defa daha kimliğimiz, aidiyetimiz, sadakatımız ve vatandaşlığımız sorgulanmış oldu. Sorgulanmayla kalmayıp adeta Ebru Umar tarafını veya Erdoğan yani Türkiye’yi seçenler olarak Hollanda Türk toplumu kategorize edilmeye çalışıldı.
Hatta ilginçtir, Türkiye seçimlerinde Hollanda Türk’lerinin ezici çoğunlukta (%70) Erdoğan’ı ve AK Parti’yi seçmeleri tekrar tartışma konusu oldu. Demekki Türklerin demokratik haklarını kullanmaları o kadar zorlarına gitmişki olayı tekrar önümüze getirdiler. Bence biraz daha ileri gidin de Türklerin neden ezici çoğunlukta Erdoğan’a oy verdiğini iyi analiz edin. Türkiye seçimlerine neden bu kadar ilgi olduğunu düşünün.
Gerek Hollanda medyası gerek siyasiler bu süreçte ne yazıkki bizim gönlümüzün karar verdiği çifte aidiyeti bir zenginlik olarak değil de adeta bir sorun olarak gördüler, yaklaştılar. Bu yaklaşım hem bizim açımızdan hem içinde yaşadığımız toplum açısından son derece endişe vericidir. Siyasilerin ve medyanın bu yanlı tutumu ancak ırkçıları ve Ebru Umar gibi provakatif köşe yazarlarını sevindirir. Bu gidişat ancak toplumda kutuplaşamaya hizmet eder.
Oysa, bu köşeden defalarca yazdığımız ve her fırsatta ifade ettiğimiz gibi çifte aidiyetin Hollanda için bir fırsat ve zenginlik olarak görülmesi gerekmektedir. Aidiyet bir gönül meselesidir.
Yasalarla tayin edilemez. Neden Hollanda Türk toplumunun sahip olduğu çifte aidiyetle Hollanda için bir şans olarak görülmez? Kabul edilmez? Çifte aidiyet şuurunda olan Hollandalı Türk bireylerin dünya üzerinde ulaşabileceği ülke ve toplulukların çokluğu, Hollanda için böyle bir imkanın olağanüstü bir şans olduğu niye düşünülmez?
Korku ile yönetilen ve yaşayan bir toplum oluşturma yerine, birbirini anlamaya çalışan, farklılıkları bir zenginlik olarak gören bir toplum modeli için çalışmaya, uğraş vermeye hazır mısınız?
Bu teklifim sadece karar vericiler ve Hollandalılar için değildir. Bizim için de geçerlidir. Biz de artık içine kapalı toplum yerine açık toplum haline yönelmeliyiz. Dışlamalardan yılmamalıyız. Yersiz korkuların bertaraf edilmesi için uğraş vermeliyiz. Daha fazla birlikte çalışma ve birbirimizi karşılıklı anlamaya gayret etmeliyiz.
Bizim ‘varoluş’ felsefemiz de bunu getirir. Unutmayalım bugün insanlığın karşı karşıya kaldığı korku ve ümitsizliğin anahtarı bizim elimizdedir.