Mart ayında hem Hollanda’da hem de Türkiye’de yerel seçimler yapıldı. Her iki ülkeye de aidiyet duyan bireyler olarak her iki seçim sürecini de dikkatle takip ettik. Bizim öncelikli görevimiz elbette, içinde yaşadığımız ülke Hollanda’da yapılan yerel seçimler ve etrafında şekillenen yeni tartışmalardır. Türkiye’deki yerel seçimler adeta sayın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın bir güven oylamasına dönüşmüş oldu. Seçim sonuçlarının milletimize hayırlı olmasını temenni ederim.
Hollanda yerel seçimlerine gelince. Bilindiği gibi 19 Mart yerel seçimleri ‘yerel demokrasi’ tartışmasını yeniden gündeme getirmiştir. Seçim öncesi büyük şehirlerdeki ilçe belediyeleri başta olmak üzere bazı küçük belediyeler birleştirilmiştir. Bu birleşme ciddi tartışma konusu olmuş, yerel demokrasinin zarar göreceği yönünde görüşler ortaya atılmıştır. Ancak buna karşılık, yerel siyasi partilerin sayısı artarken, vatandaşın önemli bir kısmı son seçimlerde bu yeni yerel partilere yönelmiştir. Tartışmalarda öne çıkan bir başka konu ise, yerel yönetimlerin politika üretme özgürlüklerinin kısıldığı yönündedir. Seçimlere katılımın yüzde elli’nin altına düşmesi ise bu tartışmalara farklı bir boyut kazandırmıştır. Katılımın düşük olması siyasilere ve yöneticilere bu işin altından nasıl kalkılacağı, yerel demokrasinin nasıl güçlendirileceği sorularını sordurmuştur. Bu süreçte aktif vatandaş, etkin girişimci ve profesyonellere, sivil toplum kuruluşlarına önemli görevler düşmektedir. Yerel demokrasinin yeniden inşası ise mutlaka katılımcı vatandaş sayısının arttırılmasıyla mümkündür. Bu alanda örneğin, Planburo Çevre ve Yaşam’ın ‘Enerjik Toplum’ ve WRR (Hükümet Politikaları Bilimsel Danışma Kurulu)’nun hazırladığı ‘doe-democratie’ (katılımcı demokrasi) adında çalışmalar mevcuttur.
Buna ilaveten 19 mart seçimlerinden sonra, yerel yönetimleri ve yöneticileri bekleyen en önemli sorunlardan birisi de ‘karar vericilerle’- ‘vatandaşın’ iletişimini en iyi şekilde sağlayıp, ‘katılımcı bir yerel yönetimler’ modeli ortaya koymalarıdır. Karar vericiler uygulayacakları politika ile vatandaşın ‘yerel demokrasiyi’ yeniden keşfetmesini sağlamalıdırlar. Unutulmaması gereken bir başka konu ise eski Hollanda başbakanlarından Thorbecke’nin şu sözüdür: ‘Demokrasi yerel yönetimlerde öğrenilir’. Tam bu noktada aklımıza Hollanda sosyal demokratları gelmektedir. Bilindiği gibi sosyal demokratlar Hollanda demokrasisinde, yerel yönetimlerden başlayıp merkez yönetime doğru yükselmişlerdir. Hatta zaman zaman iyi bir sosyal demokrat olan Amsterdam Belediye Başkan Yardımcısı ‘Wibout’ hakkında nostalji olarak ‘Wie bouwt? Kim İnşa eder?” sorusuna ‘Wibout’ esprisi yapılır. Çünkü Wibout Amsterdam’da ‘sosyal konut politikası’ ve ‘şehir kalkınması’ gibi projeleri hayata geçirmiştir.
Evet. Bir çok ülkede olduğu gibi, Hollanda’da da belediyelerin gücü gün geçtikçe artmaktadır. Adeta yönetimlerde bir güç kayması söz konusudur. Bu çerçevede örneğin Den Haag’daki merkezi hükümet ‘bakım, gençlik, iş’ alanlarındaki sorumluluklarını artık belediyelere devrediyor. Bu düşüncenin arka planı; belediyelerin bu alanlarda daha pratik çalışmalar yaparak, hizmeti vatandaşa ulaştıracak kurumları tespit etmesi ve bunlara daha kolay ulaşması olarak tanımlanmaktadır. Bu hizmet değişikliğinin bir başka sebebi ise; merkezi yönetimlerin artık tortulaşmış bürokrasi anlayışı, karmaşık yasaları, halktan uzak karar vericileriyle sürekli boğuşulması karşısında her geçen gün güç kazanan yerel yönetimlerin büyümesi olarak görebilir. Ancak bu noktada karşımıza pratik bir sorun daha çıkıyor. Belediyeler bu hizmeti devralırken, para kontrolünün önemli bir kısmının yine merkezi hükümette kalıyor olmasıdır. Zira merkezi hükümet gerekirse yerel yönetimlerin bütçesinde kısıtlama yapabilecek ve böylece yerel yönetimler örneğin vergi gelirlerinin daha küçük bir bölümüne sahip olabileceklerdir.
Yerel demokrasi ve yönetimler ünlü düşünürlerin tartıştıkları önemli konular arasında da yer alıyor. Örneğin ünlü siyaset bilimci Benjamin Barber, ‘If Mayors Rule the World’ (Dünyayı Belediye Başkanları Yönetse) adlı kitabında ‘yerel ekonomiyi teşvik ve sorunları çözmek için şehirlerde dinamizm, inovasyon ve girişimciliğin olması gerekir’ diyor. Belediyelerin gücüne dikkat çeken Barber, Latin Amerika’da uygulanmaya başlayıp, kısa sürede dünya çapında örnek bir proje haline gelen ‘Ödünç Bisiklet Projesi’nden bahsederek, bilgi ve tecrübe paylaşımına dikkat çekiyor.