19 Mart seçimlerinin benim için iki boyutu var. Birincisi 1994’ten beri gerek seçilme arzusuyla gerekse destek amaçlı aday listelerinden bulunmamdı. Bunun sonucu olarak da yaşadığım şehir Enschede Belediye Meclisi’nde sekiz yılı kesintisiz olmak üzere 10 yıldan fazla bir zaman meclis üyeliği yaptım. Bu seçimlerde ise sadece seçmen olarak sandığa gidip oyumu kullandım. Az önce de belediye meclisi üyeliğimle alakalı her şeyi teslim ettim. Haftaya Perşembe günü de resmen yerel politikacılık hayatıma son vermiş olacağım.
İkinci boyut ise seçim sonuçlarınlarının ne anlama geldiğidir. Bu ülkede yaşayan birisi olarak ortaya çıkan tablonun nasıl okunması gerektiği konusunda kafa yormamız gerektiğini düşünüyorum. Şayet bu tabloyu doğru okuyamazsak daha sonraki seçimlerde de hep gelişmelerin arkasından koşmaya devam ederiz. Daha açık bir ifadeyle söylemek gerekirse hep edilgen konumunda oluruz.
Peki nasıl okumamız gerekir ortaya çıkan tabloyu? Bu sorunun cevabını vermeden önce ana hatlarıyla tabloya bir bakalım. Tabloda iktidar partileri PvdA ve VVD’nin tarihi bir hezimete uğradığını görmekteyiz. Özellikle sosyal demokrat PvdA’nın fethedilmez kalelerinin düştüğünü görüyoruz. Ezelden beri PvdA kalesi olan Amsterdam, Rotterdam, Groningen ve Enschede gibi şehirler birer birer düşmüştür. Rotterdam dışındaki şehirler sosyal-liberal D66’nın eline geçmiştir. Rotterdam ise aşırı sağcı ve popülist Leefbaar Rotterdam’a kaptırılmıştır. ‘Liberal’ VVD’nin durumu da PvdA’dan farklı değildir. Hemen hemen her belediyede kayıp yaşayan VVD diğer liberal D66’nın tehdidi altına girmiştir. CDA, her ne kadar ülkesel partiler içinde en büyük lokal desteği olan parti olarak seçimlerden çıkmış olsa da dört yıl öncesine göre büyük kayıp yaşamıştır. VVD ve PvdA’nın hezimetleri CDA’nınkinin göz ardı edilmesine sebep oldu demek en doğrusu olur. Seçimlerin en önemli galipleri D66 ve yerel siyasi oluşumlardır. SP’nin de hatırı sayılır bir destek bulduğunu söyleyebiliriz.
Sosyal-liberal D66’nın özellikle sosyal demokrat şehirleri ele geçirmesi oldukça manidardır. Krizden etkilenen ‘işçi’ kesiminin daha çok sol partilere meyletmesi gerekirken Hollanda’da bunun tam tersini görmekteyiz. Sosyal demokrat seçmen rahatlıkla bir liberal partiye yönelebilmektedir. Bunu geçmişte de farklı bir istikamette yaşamıştık. Yine aynı PvdA’nın bazı seçmenleri bazı büyük şehirlerde aşırı sağ partilere yönelmişlerdi. Bu da seçmenlerin ideolojilerden ziyade anlık duygularla seçim yaptıkları anlamına gelir. VVD seçmeninin ise büyük oranda yerel partilere kaydığını gözlemlemekteyiz. Burada da dikkati çeken en önemli husus liberallerin başka bir liberal partiye yönelmek yerine yerellere yönelmesidir. Aslında salt bu durum bile, VVD’nin artık hem parti olarak hem de taban itibarıyle liberal olmadığını ortaya koymaktadır. Daha 2-2,5 yıl önce ülkenin en büyük partisi olan bir partinin böylesi bir kayıp yaşaması ve sağlam bir tabanının olmaması parti yetkililerini önümüzdeki dönemde olduça meşgul edeceğe benzemektedir.
Benim kanaatime göre iktidar partilerinin kaybı konjonktüreldir. Ekonomik krizden dolayı alınan tedbirler ve bunun ardı arkasının gelmemesi iktidar partilerini oldukça yıpratmıştır. Şayet alınan tedbirlerin sonuçları hissedilmeye başlarsa kaçan seçmenlerin büyük çoğunluğu yine geri geleceklerdir. Bu durum biraz da yerel partilerin başarılı veya başarısız olmasıyla da ilintilidir. CDA’nın durumu ise diğerlerinden çok farklıdır. Zira CDA toplumdaki sekülerleşmeye (kilise ile ilişkinin kesilmesi) paralel olarak sürekli taban kaybetmektedir. Benim kanaatime göre, bu gidişata bir dur demenin yolu parti ismindeki ‘C’nin daha geniş kesimleri de kapsayacak şekilde değiştirilmesinden geçer. Aksi takdirde zaman içinde CU ve SGP gibi marjinal bir konuma haps olur.
Bu seçimlerin bir özelliği de göçmen asıllıların geçen seçimlere nazaran daha fazla kendi yerel partileriyle seçimlere girmiş olmalarıdır. Her ne kadar bazıları partilerinde aradığını bulamayan veya listede istediği yere gelemeyenlerin kurdukları partiler olsa da, bazı yeni oluşumların çok ciddi bir ideolojik hareket noktasının olduğunu söyleyebiliriz. Bu oluşumlarda ülke siyaseti için artı değer oluşturacak değerlerin olduğu kesindir. Bunlar içinde en çok dikkatimi çeken Amsterdam’daki Multicultureel Plus’ün Anakent liste başı adayı Ayberk Köprülü’dür. Köprülü’nün hem bilgisi hem de siyaset yapma tarzı dikkate şayandır. Maalesef kendisi yeterli desteği bulamayarak seçilememiştir.
Hollandalı Türklerin yerel yönetimlerde varlığının yine devam ettiğini gözlemlemekteyiz. Parti listelerinde eskisine nazaran daha az adayın olduğu göz önüne alınırsa durumun hiç de kötü olmadığı görülecektir. Üstelik nitelik olarak da daha iyi bir temsilden bahsedebiliriz. Bence üzerinde en çok kafa yorulması gereken konu temsil değil, aktif siyasi katılımdır. Seçme hakkının bir sorumluluk olduğu şuurunun yerleştirilmesi ve siyasetin sadece temsilden ibaret olmadığının defalarca anlatılması kaçınılmazdır. Önümüzde bu sefer de Avrupa Parlementosu seçimleri var. Hem de pırlanta gibi adaylarımızla katılacağız bu seçimlere. Şimdiden start verelim!!!