Bugünkü yazıma, şimdiden Ramazan Bayramınız (Eid Mubarak) kutlayarak ve rahmetli babamı anarak başlamak istiyorum. Allah, tüm geçmişlerimizin mekanını cennet eylesin, hepsi huzur içinde yatsın.
Bu kibir virüsüyle ilgili babam derdi ki, “Oğlum, içi boş tenekeyi dolu tenekelerin konulduğu yere korsan her dokunuşta tan tun eder. İçi boş insanlar da aynı bu şekildedir her dokunulduğunda anıldığında tan tun eder.” Gün gelir, ona hasbelkader bir makam mevkie verirler ve o da içindeki boşluğu unutur, kendini kıymetli sanar, kibirlenir, kabarır, egosu tavan yapar kendini içi dolu, kutsal ve kıymetli sanar, o da tan tun eder. Ta ki yerini makamını değiştirene kadar. Sen, makama, mevkie veya paralarına güvenenlerle ahbap olma. Onlar kibirlerinden hem sağır hem de kör hem de hadlerini bilmezler. Zinhar uzak dur derdi.
İnsanlar dünyadaki hastalık saçan mikroplara (virüslere) dikkat etmezlerse, bazı hastalıklara yakalanabilirler. Kimi hastalıkların aşısı ve ilacı vardır. Ancak bazı hastalıkların teşhisi ve tedavisi oldukça zordur. Onun için bu hastalık geç frak edilir. Örneğin, “kibir” bu virüsüne yakalananlar kendilerini herkesten büyük başkalarını ise küçük görürler. Narsisizme varan egosuyla hastalığı en son aşamaya getriler. Empatiden uzak geçici değerlere (makam, mevkie, paraya, tezahürata) aldanıp onlarla avunurlar. Bu süreçte, bu kibri besleyen etkenlerden biri de çevresindeki dalkavukların, yalakların her yanlışa ve her doğruya bazen de her ikisini karıştırarak kayıtsız şartsız alkış tutmasıdır.
Bu konuyla ilgili çoğumuzun bildiği Hz. Ali’nin çok meşhur bir sözüyle devam etmek istiyorum:
“Bir insanın kalbinde ne kadar kibir varsa, aklında da o kadar noksanlık var demektir, yani o kişinin içi boştur.”
Hacı Bayram Veli de bu konuya şöyle bir sözle yaklaşmış
“Kibir bele bağlanan taş gibidir, onunla ne yüzülür, ne de uçulur”.
Kuranıkerim İsra Suresi 37. Ayetinde şöyle yazar
“Yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Çünkü sen yeri asla yaramazsın, boyca da dağlara asla erişemezsin”
Değerli yazarımız Nazım Hikmet Ran da bu konuya şöyle yaklaşmış.
“Tedbirsizlik, gevezelik, kibir ve faydasızı merakın hepsi hısım akrabadır, gayet yakın, hepsi aynı soydan gelmedir.”
Bu hastalığı, bir önceki yazımda bahsettiğim eski Ak Parti Şamil Milletvekili Tayyar’ın X (eski Twitter) hesabından paylaştığı yerel seçimlerdeki Ak Parti’nin hezimetinden dolayı paylaştığı öz eleştir yazısı “Kibir, bünyemize giren bir virüstür,” demiştir. O da bu hastalığın insanlara, topluma ve ülkeye ne kadar zarar verdiğinden bahsetmiş.
Bir tesadüf mü, yoksa çoğu kişi bu kibirli insanlardan muzdarip mi, bilemiyor? Ancak aynı konuyu birkaç gün evvel Hollanda Türk Federasyonu Başkanı Murat GEDİK beyefendi, sosyal medya hesabından paylaşmış.
“Gücünü makamdan alıp onu istismar eden, elbet bir gün boşluğa düşmeye mahkumdur…”
Herkesin hem fikir olduğu bu kötü bulaşıklı hastalık “kibir” günümüzde en kötü hastalıklardan biridir. Bu hastalıkta maalesef toplumuzda ve az gelişmiş toplumlarda sıkça görünen hastalıktır.
Bu hastalığa yakalanmış kişiler makam, mevki ya da maddiyet sayesinde itibar kazanan kibirli insanlara tavsiyemdir. Makam ve mevkiler geçicidir gün gelir bu makamları mevkileri kayıp edersen ornata kalan boş teneke pozisyonuna düşmemek için öncelikle kendiniz bilin ve hepsinden öte her makamda yada makamsız haddiniz bilin!
Güç, makam ve yetkiyle kibir hastalığına yakalanan bazı insanlar, çevresindeki yalakalardan doğruyu göremeyebilir veya haddini bilmeyerek görmek de istemezler. Makam veya mevki verildiğinde ise mütevazılık kaybolur, özgüven artar ve eleştirilere kapalı hale gelinir. Bu durumda kibir ve ego tavan yapar. Ancak bu davranışlar, makam veya mevki kaybedildiğinde ortaya çıkar ve kişi gerçeklikle yüzleşir. Iştın o an geçmiş olur. Bu durumda, kibirin ardında hiçbir şey kalmaz, sadece bomboş bir tenekenin sesi kalır oda tan tundur.
Bu virüsle, yani kibirle mücadele etmek ve insanlara gerçekleri hatırlatmak için bazı önerilerim var.
Ego, gurur ve kibrin panzehiri, öncelikle kişinin kendini tanıması, sınırlarını bilmesi ve zaman zaman aynaya bakması gerekir.
Çevresindeki yalakaların övgülerinden öte, eleştirilere ve farklı bakış açılarına da kulak vermeli ve doğru olanı kabul edip gelişmeye açık olmalıdır.
Eğer söylenenlerde doğruluk payı varsa, egosunu ve kibrini bir kenara bırakarak, bu eleştirilere iyileştirici bir şekilde yaklaşmalı ve kendini tedavi etmeye başlamalıdır.
Kesinlikle bu hastalığa yakalanmış insanlar kendi gururunu, egosunu ve kibrini bir kenara bırakarak, empati duygusunu güçlendirmelidir. Dışarıdan, insanlık, edep, erdem ve ahlak gibi takviye vitaminler alarak bu duyguları beslemelidirler.
Bu hastalar en kısa sürede zararın neresinden dönülürse dönülsün diyerek, tedaviye başvurmalıdırlar.
Kibir virüsü olmayanlara da tavsiyem, sağlıklı insanlar tabii ki mümkünse, bu hastalıklı kişilerden, rahmetli babamın dediği gibi, uzak durmalıdır.
Kur’an-ı Kerim, ilk emri ‘oku’ olan ve güzel ahlakı, adaleti, hukuku, hürriyeti, emeği, hakça paylaşımı, kibirden, israftan, adam kayırmadan, haksızlıktan uzak aklı, dostluğu, kardeşliği, sevgi ve saygıyı esas alan, kula kulluğu, zulmü, haksızlığı ve yolsuzluğu yasaklayan bir kitaptır.
Bu kitabın öğretisi gereği, kibir, ego, israf gibi olumsuz özelliklerden uzak durarak, barışa ve insanlığa yakın olmalıyız.
Ve bu kitabin suyu hürmeti yüzüne Gazze’de, Doğu Türkistan’da, Türkmen Yurtlarında, Ukrayna’da ve daha nice zulüm altında olan insanlara barış gelsin.
Ramazan Bayramınız (Eid Mubarak) kutlu olsun.
Saygıyla, sevgiyle, esenlikle ve kibirden, egodan uzak kalın.