Değerli okurlarım, yeni bir sayının heyecanı ile yine karşınızdayız. Kıtasal olaylara projeksiyon çevirmeden önce, tüm vatandaşlarımıza, Hollanda’da 14-15-16 Mart 2022 tarihlerinde yapılacak olan YEREL SEÇİMLERE var güçleriyle katılıp oylarını kullanmalarını tavsiye ediyorum. Ayağınıza 4 yılda 1 gelen bu fırsatı kaçırmayın ve hakkınızı heba etmeyin, oyunuzu asaleten ya da vekaleten muhakkakkullanın.
Gündem çok hızlı bir şekilde değişiyor. Son 2 yıldır süregelen günlük Corona pandemisinin yerini Rusya-Ukrayna savaş haberleri aldı. Corona tabii ki bitmedi, ama sadece gündemden düşer gibi oldu bir süreliğine, daha acil bir durum ortaya çıkınca. Hollanda’da vaka sayılarının yine yükselişe geçmesi, ve neredeyse tüm önlemlerin askıya alınmasıyla birlikte hükümet ‘herkes kendine iyi baksın’ der gibi bir mesaj bıraktı.
Rusya’nın insanlık dışı savaşı tabii ki yine acı, dram ve mültecilere neden oluyor. 2 hafta içinde 2 milyon’dan fazla Ukraynalı ülkelerini terketmek durumunda kaldı. Bu kadar büyük bir mülteci göçünü dünya son zamanlarda görmemişti. Mesela Suriye rejiminin savaşındaki rakamlara baktığımızda, 2 hafta’da Suriye’den kaçanların 10 binlerde olduğunu, 7 ay sonunda 400 binlere yükseldiğini görüyoruz. Yani demem o ki, çok kısa bir süre içinde çok büyük bir grup insan Avrupa’ya iltica etti. Tabii ki gözlemlerimizi buradan yazmadan önce ilk olarak söylememiz gereken şey, savaş her zaman kötüdür ve her daim önlenmelidir. Bir an önce bu savaşın bitmesini ve insanların huzur içinde hayatlarına geri dönmesini diliyoruz.
Ancak batı medyasında gözlemlediğimiz iki yüzlülükleri de yazmadan geçmemek lazım. Öncelikle batı dünyasının gazetecileri ve siyasetçilerinin yaklaşımlarında dikkat çeken en önemli detay, Ukraynalıların ‘sarı saçlı, mavi gözlü’ olmalarından dolayı hemen kapıların açılması. Mesela gazeteciler, televizyonlarda konuyla ilgili açıklamalar yaparken, farkında bile olmadan iç dünyalarındaki düşüncelerini açıktan söylüyorlar. Uzak doğu ve Afrika ülkelerinde ‘normal’ olan şavaşın, Avrupa’da olmasını şaşkınlıkla izliyorlar sözgelimi. Ukraynalıları ‘uygar, bize benzeyen, Netflix ve Instagram’a giren, sarı saçlı-mavi gözlü kardeşlerimiz’ diye anlatıyorlar. Tüm Avrupa ülkeleri mültecilere kapılarını açmaya hazır olduklarını ilan ettiler. Hollanda Başbakanı Rutte ‘kardeşlerimiz’ dediği Ukraynalılara bütün kapıları açmakta hazır olduklarını belirtti. Afganistan’dan, Suriye’den ve diğer uzak doğu ve Afrika ülkelerinde gelen mültecileri kabul etmeyen Hollanda’nın aşırı dinci köyleri bile Ukraynalıları kucakladı. İlk planda 50 bin Ukraynalıya 2 gün içerisinde yer bulunabildi Hollanda’da. Mesela Başbakan’ın partisi VVD’nin sosyal medya paylaşmalarında “gerçek mülteciler’ geliyor, diğerlerini bir an önce ülke dışı yapalım” yaklaşımı rahatlıkla ifade edilebiliniyor.
Ya da Cambridge Dükü Prens William sözlerine ne demeli “Afrika ve Asya’da savaş ve kan dökülmesine alışkınız ama Avrupa’da değil.” Prens William’ın burada Ukrayna’daki savaşla ilgili yaptığı yorum sosyal medyada tepkiye neden oldu. Prens William, İngilizlerin Afrika ve Asya’da savaş ve kan dökülmesine daha çok alışkın olduklarını söyledi. William daha sonra, “Bunu Avrupa’da görmek çok yabancı. Hepimiz arkanızdayız” dedi. Yardım etmek için daha fazlasını yapmak istediğini ekleyerek, “Kendimizi çok işe yaramaz hissediyoruz” şeklinde bir ifade ile devam ediyor.
İki yüzlülük, ırkçılık ne ararsan var. Bir kez daha görüyoruz ki, olay mazluma sahip çıkmak değil, Batı dünyasının bir müzmin tabakasının DNA’sına işlemiş olan Müslüman (Türk) – Hristiyan ayrımı.
Yukarıda müslüman kelimesinin ardına tırnak içinde Türk diye yazmamın bir sebebi var. Birinci nesil Avrupalı Türkleri’nin belgesellerini yapıyor ağabeyim İbrahim Karaman. Ben de bu belgesellerinin çekiminde görüntü yönetmenliğini üstleniyorum. Belçika’da yaptığımız bir çekimde, 82 yasındaki Kazım amca çok ilginç bir şey söyledi. Kendisi Arnavut göçmeni bir amcamız. Ailesi 1952 yılında Türkiye’ye göç etmiş, eski Yugoslavya’dan. Kazım amcanın dedesi Türkiye’e dönerken, ‘vatana gidelim, dönelim’ der dururmuş. Ve Kazım amca diyor ki: “Vallahi, bizlere Yugoslavya’da Türk derlerdi. Türk’e Yugoslavya’da, o zamanlar, müslüman oldun mu, ne olursan ol Türksün. Boşnak ol, Arnavut ol, Çerkes ol. Müslüman mısın? Türksün! Hatta onların atasözleri bile vardı: Türkler neredeyse, Hasan da orada (kade se Turcite, tamu e i Hasan). Ben arnavut kökenliyim ama hiç bir zaman Arnavutum diye düşünmedim. Otomatik olarak Türküz diye hissediyoruz”. İşte bu sözler belki yukarıda aktarmaya çalıştığım yaklaşımı anlamanıza biraz yardımcı olur.
İstanbul izlenimleri
Şubat ayının sonunda 1 haftalığına İstanbul’a gittim ve orada gördüğüm bazı izlenimleri siz değerli okurlarımla paylaşmak istiyorum kısa kısa:
İstanbul’un ‘turizm’ yüzü olmadığı kadar değişmiş. Batılı Turist yok denecek kadar az, Arap turistlerin yanı sıra çok sayıda Pakistan’lı ve Hindistanlı turist var.
Vatandaşlar hayattan soğmuş gibi geziniyorlar. Güler yüz ve gözlerde pırıltı yok malesef.
Taksicisinden (taksiler özellikle büyük problem), otelcisine kadar herkes, turistleri nasıl kazıklarız derdinde.
Samimiyet denen şey malesef kalmamış.
Hollanda’dan türklerin yanı sıra çok sayıda Fas’lı turist vardı. Faslıların Corona’dan dolayı Fas’a gidemedikleri için İstanbul’u tercih ettikerini gördüm.
Çalışanlara iyi davranmak, ‘kolay gelsin-iyi günler’ tarzı kelimeler kullanmak yüzlerinde bir şaşırmaya neden oluyor. Zaten bu tür söylemlerden direk ‘yabancı’ öldüğünü anlıyorlar.
Ne olursa olsun, İstanbul dünya’nın en güzel şehirlerinden birisi.