Bireyselliğimiz gelişti ama, kollektif ruhtan yoksun olarak, ne bilimin, ne de dinin dünyasında huzur bulmuş insanlar olamadık. Basit çıkarlar uğruna başkalarını feda eder olduk. Savaştık didişdik, çekiştik, ne adına ve niçin olduğunu bilemeden. Kimi zaman din adına, kimi zaman millet adına, kimi zaman da çıkarlarımız uğruna gözyaşı döktük, acılar çektirdik. Hürriyet, adalet gibi tüm güzellikleri sadece kendimiz için ister olduk. Enaniyetimizin peşinden koştukca koştuk. İstedik, hep istedik, bir türlü doymak bilmedi körolası gözümüzde, gönlümüzde.
Bizi burada durdurmazlar kardeşim, Rahmet-i Rahmana sevkiyat var… Aldanmakta fayda yok. Bulunduğumuz hayat gemisi ahiret limanına doğru alabildiğince hızla yol almakta. Geriye dönüp baktığımızda göz açıp kapayıncaya kadar geçen iki nefes arası mesafeyle sınırlı kısa bir ömür kalacak belleğimizde. Biz kimiz, nereden geldik, nereye bu gidişin sonu diye korkularımıza takılıp kaldık. Korkularımız bizi karanlığa sürükledi hepten. Karanlıkların koyusundan zifiri karanlıktan süzülüp gelen, aydınlığın farkına bile varamaz olduk. Kör müyüz ne? Görmüyor sadece bakıyor gibiyiz.
Üzerinde yaşadığımız evreni, teneffüs ettiğimiz havayı, yiyip, içtiğimiz her şeyi bize bedeva ikram edenin uyarılarını vahyi-kelamı neden umursamaz olduk. Yaratan kudretin “Biz insanı en güzel bir şekilde yarattık.” ayeti ile ifade etiği kamil insan olma yolunda neden samimi olamadık? Neden, bir türlü kendimizi aşarak, insanlığımızla buluşamadık? Beceriyle yapabildiğimiz tek şey, bütün unsurları kendi adımıza, kendi çıkarlarımıza uygun düşecek şekle sokmak oldu.
Bireyselliğimiz gelişti ama, kollektif ruhtan yoksun olarak, ne bilimin, ne de dinin dünyasında huzur bulmuş insanlar olamadık. Basit çıkarlar uğruna başkalarını feda eder olduk. Savaştık didişdik, çekiştik, ne adına ve niçin olduğunu bilemeden. Kimi zaman din adına, kimi zaman millet adına, kimi zaman da çıkarlarımız uğruna gözyaşı döktük, acılar çektirdik. Hürriyet, adalet gibi tüm güzellikleri sadece kendimiz için ister olduk. Enaniyetimizin peşinden koştukca koştuk. İstedik, hep istedik, bir türlü doymak bilmedi körolası gözümüzde, gönlümüzde.
Geriye dönüşü olmayan yolda, yok olma korkusuyla içimizi kemiren bir canavar gibi gelecek tutkusunun oyuncağı olduk. Kurtuluşumuz için derin bir uykunun en derin anında bizi çağıran bir şeyin dürtüsüyle uyanırız beklentisiyle uyudukça uyuduk. Ne bilimsel verilerin ne de vahy-i kelamın gösterdiği doğrultuda kaderimizi tayin edip şekillendiremedik. Varoluş gayesine uygun düşen insanlık ideali davası adına samimi çaba içerisinde olamadık. Çevremiz kirlendi, etrafımız kan gölüne döndü umursamaz olduk. Top seslerine, atılan çığlıklara kulaklarımızı tıkar olduk.
İslam ve ilahi inançlara göre insanlar, hem her anın son olduğu anlayışıyla, hem de Taoist bir ölümsüzlük inancıyla, sonsuza kadar yaşayacakmış gibi bir yaşantıya özendirilmiş olsalar bile akibetimiz belli… Bencillik ederek sımsıkı sarılmaya çalıştığımız yaşam tutkumuz dahi, sonumuza gitmekten alıkoyamayacak bizleri. Cümlemizin akibeti İstikbal-i Ahiret denizinde kabristan limanına doğru yol almakta…
Belli olmayan tek şey kimin ne zaman hangi kabiristana demir atacağıdır. Bu manada peşinden koşturduğumuz ömür denen dünya hayatının süresi, iki nefes arası mesafeyle sınırlı..! O halde bir nefes sonrası mahşer olan dünya hayatı için fırıldaklık etmeye değer mi?