Niyetim Hollanda da bulunan bazı sivil toplum örgütlerimizin entegrasyona uygunluğunun aştırıldığı bir ortamda tarihi vesika ve fosillerden yararlanarak insan anatomisini incelemek değil. Elimizde bulunan belgelerden istifademiz nisbetinde dünü, bugünle kıyaslayarak, günümüzün STK anlayışı ve kanaat önderlerinin liderlik yeteneklerini dikkate alarak toplumsal duyarlılık ve toplumsal farkındalığımızı yani sosyal yapımızı irdelemek olacak.
Anlamakta zorlandığım durum ise bizim dinazorların oturdukları koltuklarda fosilleşme durumudur. Kolay mı zannediliyor kendi dönemine damgasını vurmuş, ağzından çıkan her kelime doğru ve emir telakki edilmiş, huzuru divanına el-etek öperek çıkılan bir öndere, ‘sizin devriniz kapandı, siz geçmişinize takılıp kaldınız’ diyerek defterini dürüp tacından tahtından mahrum etmeyi.Yaşı, başı kemale ermiş insanlardan hemen her konuda medeni olgunluk gösterecekleri beklentisi içinde olduğumuz doğrudur. Nedense insanların ihtiyaçları, istekleri, hedefleri, idealleri yani insanın iç dünyası, psikolojik yapısı, ruhu ve yeteneklerini dikkate almadan sürekli iyimser beklentiler içinde oluruz. Hangi mevkii iştigalde bulunmuş olursa olsunlar, çıtayı en yükseğe tutmak, kuyruğu sürekli dik tutmak kolay elde edilen bir mizaç değildir. Kendimizi, çevremizi ve bizi kuşatan maddi, manevi değerleri, etkisi altında kaldığımız olayları sorgularken, çağdaşımızın elinden tutamamış olabiliriz. Benim eleştirim yetersiz ve yeteneksiz olduğu halde İstanbul milletvekili Metin Külünk Bey’in tabiriyle yol ortasına oturan Hint ineği gibi oturduğu koltuktan kalkmak istemeyen ve kendisini kutsayan STK yöneticilerine yönelik olacaktır. Hindular ineklerini kutsal saydıkları için müdahalede bulunmuyorlar anlarım, anlamakta zorlandığım durum ise bizim dinazorların oturdukları koltuklarda fosilleşme durumudur. Kolay mı zannediliyor kendi dönemine damgasını vurmuş, ağzından çıkan her kelime doğru ve emir telakki edilmiş, huzuru divanına el-etek öperek çıkılan bir öndere sizin devriniz kapandı siz geçmişinize takılıp kaldınız diyerek defterini dürüp tacından tahtından mahrum etmeyi. Diğer taraftan göçün 50. yılını kutlamaya hazırlandığımız göçmenlik hayatımızda talihli olma fırsatını yakalayan sivil toplum lideri kanaat önderlerimize geçmiş hizmetlerinden dolayı haklarını teslim ediyorum. Bilgi, beceri ve kabiliyetleri ölçüsünde toplumsal örgütlenmemizi sağlayıp hizmet ettiler, kendilerine teşekkür ediyorum. Bugüne kadar emeği geçen bir çok sivil toplum önderimizin gönüllülük ilkesine dayalı ceplerinden para koyarak yaptıkları hizmetlerin karşılığının kuru bir teşekkür olmadığını da biliyorum. 50. Yıl anısına Rotterdam kentine dikilen göçmen anıtı da bu manada bir teşekkür beratı olarak algılansın istiyorum. Anıtın dikilmesini anlamlı ve değerli bulduğumu ifade ederken aynı semt belediyesi sınırları içerisinde seçilmiş Türk kökenli belediye başkanı ve meclis üyelerinin görevlerinden azledilmesini ise kabul edilemez ve iki yüzlülük olarak görüyorum. Dikilen anıtın bizlere lanse edilen şekliyle ECRI ve Nationale ombudsman Alex Brenninkmeijer in tehlikesine işaret ettiği raporunda kamu alanın da, iş pazarı ve eğlence sektöründe yabancılara yapılan baskı ve ayrımcılığın giderilmesine vesile olmasını diliyorum. Yine bu anlamda küresel sermayenin baskısı altında sindirilmiş sendikalara, adil olmayan gelir dağılımına, sağlık alanında, eğitimde, adalette, kısacası sosyal dengeyi bozacak her türlü ayrımcılığa karşı toplumsal dayanışmayı sağlayacak bir uyanışa vesile olmasını temenni ediyorum. Burada bir konuyu açıklık getirerek anıtın dikilmesine karşı olduğum izlenimini verecek yanlış anlaşılma algısını da düzeltmek isterim. Anıt değil anıtların hatta varsa fotoğrafı ilk gelen misafir işçimizin heykelinin dikilmesine taraftarım. Benim vurgulamak istediğim durum törene katılan dış misyon şeflerimiz dahil olmak üzere, kanaat önderlerimizin matem günümüz olan 10 Kasım tarihini dikkatlerinden kaçırmış olmalarınadır. Ve hatta konu Atatürkümüz olunca mangalda kül bırakmayan sözde Atatürkçülerimizin duyarlılığı olmak üzere yarınlarda şenlik ve matem günün ikisinin bir arada nasıl bir duygusal tepkiyle kutlanacak olmasınadır. Elli yıllık göçmenlik serüvenimizi sanayileşmiş yıkıcı bir hayat tarzıyla yaşayan bir toplumda önce misafir sonrasında da yabancı statüsünde yaşamak mecburiyetinde kaldık. Eğer yaşadığımız cemiyet içerisinde saygınlık kazanmak ve bu yıkıcılığa bir son vermek istiyorsak sınıf atlayarak “kendimizi-bulmak ve toplumdaki yerimizi tayin etmek” zorundayız. Yani yeni bir anlayışla dizayn edilmiş toplumsal birliktelik ve duyarlılığı sağlayacak vizyon ve misyona sahip yeni model sivil toplum örgütlerine ihtiyacımız olduğunun önemine işaret ederek yazımı sonlandırmak istiyorum.