Beni megaloman gibi yazmaya zorlayan vurdumduymazlıklar

İlhan Karaçay’dan 3 yazı:

1- MERSİN’DE HİZMETKARLARINI SEÇEMEYENLERE NE DEMELİ?
2- MERSİN ASRİ MEZARLIĞI’NDA HAZİN TABLO…
3- MERSİN’DE GİZLİ KALMIŞ BİR EFSANE YAŞIYOR: TURGAY OKTAR

Beni megaloman gibi yazmaya zorlayan vurdumduymazlıklar. Seçmenine hizmet etmeyenlere söylenecek çok şey var. Peki, seçmesini bilmeyenlere ne demeli?

Sevgili ve değerli okurlarıma peşinen bir itirafta bulunmak istiyorum.
Bu defaki yorumumu tam bir megaloman havasında yazmak mecburiyetinde kalacağım. Hep ‘Ben’ diyeceğim. ‘Şöyle yaptım, böyle yaptım’ diyeceğim.
Bunun için peşinen özür diliyorum. Zira can alıcı konuları tam anlamıyla vurgulayabilmek için, megaloman gibi yazma kaçınılmaz oldu.
Konumuz, yönetmek ve yönetilmekte kimler kabahatlı. Seçenler mi, seçilenler mi?
Konumuzun örnek yeri Mersin.
Öyle bir Mersin ki, değil Türkiye’de, dünyada bile eşine rastlanamayacak bir tarih, tabiat ve kültür zenginliğine sahip bir kent.
Yerlisi ile yabancısı, Müslümanı ile Hıristiyanı, inanmışı ile inanmayanı, sorunsuz bir şekilde birlikte yaşayan halkların kenti.
Son örneği bir kez daha yaşadık.
Hunharca katledilen Özgecan’ın mezarına gittiğim zaman manzarayı bir kez daha gördüm. Müslümanlar ile Hıristiyanlar’ın, yaşamdan sonra mezarlıklarda bile nasıl dostça yan yana yatışlarını bir kez daha gördüm.
Çocukluğumda, hiçbir ayrım yapmadan birlikte yaşadığım Jacoplar, Georgeler ve Marikalar, Mersin’e renk katan simalardı.

Tece’deki bu yolda otomobil sürerseniz dingiller mutlaka kırılır. Köstebek yuvasına dönmüş bu yollar, yöneticilerin yüzkarası olmalıdır

Tece’deki bu yolda otomobil sürerseniz dingiller mutlaka kırılır. Köstebek yuvasına dönmüş bu yollar, yöneticilerin yüzkarası olmalıdır

İşte o Mersin, şimdilerde tarihinin en bakımsız yıllarını yaşıyor.

Mersin halkına hizmet vermesi beklenen il ve ilçe belediye başkanları tam bir uyur gezer havasındalar.
Mersin’e yerleşmiş olan binlerce Belçikalı, Hollandalı, Alman ve Rus’un yaşadıkları yerleşim birimlerinde insan gibi yaşamak imkansız oldu.
Mersin kent merkezinde Silifke’ye kadar tüm yerleşim birimlerinde sokaklarda otombil sürmek ve hatta yürümek imkansız gibi…
‘Gibi’ diyorum ama, bu gibi de fazla yani.
Fotoğraflara baktığınız zaman, yollardaki çukurları rahatça görebileceksiniz.
Bu yollarda yürümeye kalkışsanız, çocukken oynadığımız oyunları tekrarlamamız gerekecek. Bu yollarda otomobil sürmenin de cambazlık gerektirdiğini söyleyebilirim. Sulara gömülmüş çukurların 15-20 cm deriniğinde olduklarını hesaba katmanız gerekecek. Çukurlara düşmemek için zik zag da yapsanız faydası yok. Zira adım başı çukur var. Bu yolları otomobil ile geçebilmek için saatte 10 km. hız bile yapamıyorsunuz.

Üstteki iki fotoğrafta, Tece’deki yürüyüş yollarını görüyorsunuz. 3 ay önceki fırtına sonrası bu hale gelen yürüyüş yolları hala temizlenmedi

Üstteki iki fotoğrafta, Tece’deki yürüyüş yollarını görüyorsunuz. 3 ay önceki fırtına sonrası bu hale gelen yürüyüş yolları hala temizlenmedi

Anlatmaya çalıştığım yerleşim birimlerinde elektrik ve su kesintileri de can sıkıyor. Bırakın can sıkılmasını, elektriksiz ve susuz yaşamak da imkansız hale geliyor. Kış aylarındaki ısınmanın çoğunluğu elektrik kullanılarak yapılıyor.

Hırsızlardan korunmak için indirdiğiniz panjurları bile saatlerce açamıyorsunuz, karanlıkta saatlerce soğukta oturuyorsunuz.

Bu durumlarla karşı karşıya kaldığınız zaman, sizlere hizmet vermesi gerekenleri usturuplu bir şekilde anmadan geçemiyorsunuz.
Naçizane şahsım, 1984 yılında Mersin’de belediye başkanlığına aday olmuştum.
Belediyeciliğin Hollanda modeli ile nasıl yapılması gerektiğini medya yoluyla tüm Türkiye’ye anlatmıştım. TİME dergisi gibi yayınladığım seçim broşüründe, sorunların nasıl çözümleneceğini birer birer anlatmıştım. Belediye’nin fakir halka belli bir miktarda ödenek vermesi gerektiğini de anlatmıştım o broşürde.
Rahmetli Turgut Özal, o broşürü çok beğenmişti. Broşürdeki hizmet dallarından birini de kopya etmişti. Özal’ın meşhur FAK FUK FON’u benim broşürümden alıntıydı.
Bu ara kısa bir anıyı da anlatmadan geçemeyeceğim.
Rahmetli Özal Cumhurbaşkanı olduktan sonra Amsterdam’a gelmişti.
Bir toplantıda aynı masanın etrafında yan yana oturduğum Özal, eliyle dizime vurarak ‘Mersin’den ne haber Karaçay’ diye sormuştu. Özal resmen bana, ‘Yaaa, bak seni Mersin’de nasıl mağlup etmiştim’ demeye getirmişti.
Öyle ya, seçim kampanyalarında ben Hollanda modeli belediyecilkten söz ediyordum ve seçilmem halinde Mersin’e çok az devlet yardımı yapacağı tehdidini savuran Özal’a, ‘Ben de O’na limon yedirmeyeceğim. Tüm limonları Hollanda’ya ihraç edeceğim’ mesajını gönderiyordum.

1984 yılında yapılan yerel seçimlerde Mersin Anakent belediye Başkanlığı’na aday olduğum sırada yayınladığım TİME örneği dergi, Türkiye’de bir ilkti.

1984 yılında yapılan yerel seçimlerde Mersin Anakent belediye Başkanlığı’na aday olduğum sırada yayınladığım TİME örneği dergi, Türkiye’de bir ilkti.

Şimdi gelelim Mersin’deki bugünkü duruma.

Macit Özcan Mersin’e belediye başkanı seçildiği zaman, kent içler acısı bir haldeydi. Bu aylarca böyle sürerken, Hiton’dan başlayıp Mezitli sınırına kadar uzanan 10 km’lik sahil boyu da içler acısıydı. Çocukların eğklenebilmesi için yapılan park alanının görüntüsü berbattı. Oyun aletleri kırılmış ve paslanmış bir vaziyette idi. Bu çirkinlikleri görüntülemiş ve DÜNYA Gazetesi’nin arka sayfasında tam olarak yayınlamıştım.
Macit Özcan başlangıçta bana çok kızmıştı. O eleştiri haberini kendine dert edindi ve kolları sıvadı. 10 km’lik sahil şeridini yavaş, yavaş inşa etmeye başladı.
Sonuında öyle bir park meydana geldi ki, dünyada eşi az bulunur desem yalan söylemiş olmam.

Bu kez, Macit Özcan’ın bu becerisini yine aynı şekilde tam sayfa olarak yayınladım. Benim bu objektifliğimden çok memnun olan Özcan, daha sonraki bir karşılaşmamızda, bana dargın olmadığını, aksine kendisini kamçıladığım için müteşekkir olduğunu ima etmeye çalışmıştı.
Şimdi Mersin Büyükşehir Belediye Başkanı Burhanettin Kocamaz beye sesleniyorum; Halk arasında hakkınızda konuşulanlar müsbet değil. Ama sizi iyi tanıyanlar ile konuştuğum zaman, ‘Oturaklı’ ve ‘Düzgün’ bir adam olduğunuzu anlattılar.

Mersin’in İlçe Belediye Başkanları, sorunların çözümü için topu size atıyorlar.
Size belki doğru dürüst raporlar gelmiyordur.
Örneğin Tece’ye uğrayınız. Otoyoldan benim evin bulunduğu sahil şeridine otomobilinizin dingilini kırmadan gelebilirseniz, çayınız benden…
Kim bilir, belki de şimdiki Belediye Başkanımız Burhanettin Kocamaz, tıpkı Macit Özcan’ın yaptığı gibi beni mahcup eder ve sonunda da benden takdiri alır.
Bekleyeceğiz ve göreceğiz.

—–***———————————————————————————————————-

MERSİN ASRİ MEZARLIĞI’NDA HAZİN TABLO…

Bir yanda kocası tarafından öldürülen ‘Acıların kadını’ olarak ünlenen Bergen, diğer yanda, bir sapığın hunharca öldürdüğü Özgecan yatıyor
İlhan KARAÇAY gitti, gördü ve yazdı…
İkisi de kadına şiddet uygulamaktan zerre kadar çekinmeyen ve üzülmeyen sapıklar tarafından öldürüldü.
Yıllarca önce öldürülen Bergen için sadece göz yaşı döküldü. Kimse sokağa çıkmadı. Kimse ‘kadına şiddete son’ diye bağırmadı. Zira o zamanlar kadına şiddet normal bir şeymiş gibi algılanıyor ve ‘Bu da kadınların kaderiymiş’ gibi vurdumduymaz bir ortam vardı.
Kaldı ki, Bergen’i öldüren sapık, daha önce yüzüne kezzap dökerek bir gözünü kör etmişti. Bergen’in acı dolu hayat hikayesini altta çeşitli kalemlerden okuyacaksınız.
Geçtiğimiz ay Mersin’de öldürülen Özgecan’ın mezarına gittiğim zaman, Bergen’in kafes içindeki mezarını gördüm.

4

Özgecan mezarında huzur içinde uyurken, Türkiye’nin O’nun için ayakta olduğunu biliyor muydu acaba?

O’na yaşamı boyunca acı çektiren ve sonra da öldüren sapığın, mezarında bile rahat bırakmayacağından korkan ailesi, kızlarının naaşını bir kafes içinde koruma kararı almıştı.

Bergen, benim çok yakın arkadaşım İsmet Zorlular’ın eşi Cem’in kız kardeşiydi. Cem ile eşim Jeanne de içli dışlıydı. Zira Cem Mersin’de ünlü bir kuafördü ve eşim sık sık oraya giderdi. Sonra Rotterdam’a göç etti İsmet ile Cem. Orada da sık sık beraber olurduk. Bergen’in ölümünden sonra, ‘Acıların Kadını’nın yaşam öyküsünü hep onlardan dinlerdik. Ama ben bu konuyu hiç yazmadım.

Şimdi mezarlığa gittim, O’nları ziyaret ettim ve yazdım.
Türkiye’yi yasa boğan Bergen’in acı dolu yaşam öyküsünü altta okuyacaksınız. Ama önce geçen ay hunharca öldürülen kızımız Özgecan ile başlayalım.
Çağ Üniversitesi Psikoloji bölümünde okuyan Özgecan Aslan, 11 Şubat 2015 günü okuldan çıktıktan sonra Tarsus’ta bir alışveriş merkezinde arkadaşıyla gezdi. Daha sonra arkadaşından ayrılan ve ikamet ettiği Mersin’e gitmek isteyen Özgecan Aslan, şehirlerarası sefer yapan minibüse bindi. O saatten sonra genç kızdan haber alınamayınca, ailesi tarafından kayıp başvurusu yapıldı.
Bunun üzerine polis ve jandarma çalışma başlattı. Özbek Mahallesi yakınlarında trafik kontrolü yapan jandarma trafik ekipleri, durdurdukları minibüs içinde kan izlerini gördü. Jandarma, polis ile birlikte yaptığı çalışmada araçta bulunan N.A. (50), oğlu A.S.A. (26) ve F.G.’yi (20) gözaltına aldı.

Gözaltına alınan 2 kişi, genç kızı benzin döküp yakmaya çalıştıklarını, Çamalan Mahallesi Alman Mezarlığı yakınındaki Cin Deresi’ne attıklarını itiraf ettiler.
Zanlıların gösterdiği yerde yapılan aramada vücudunun bir bölümü yanmış kadın cesedi bulundu. Tarsus Devlet Hastanesi’ne getirilen cenaze, kayıp genç kızın Tarsus’ta en son birlikte görüldüğü kız arkadaşına gösterildi. Cesedi teşhis edemeyen ve ismi açıklanmayan genç kız, kıyafetleri görünce arkadaşına ait olduğunu söyleyip fenalık geçirdi. Jandarma tarafından sakinleştirilen genç kız, “Öğlene kadar birlikte okuldaydık. Saat 01.30’da okuldan birlikte çıktık. Alışveriş merkezinde yemek yedik, akşam saatlerinde minibüse bindik. Ben yolda indim o da evine gitmek üzere devam etti. Aynı gece kayıp olduğu bilgisini aldık, bir gün sonra da okula gelmedi” dedi. Ailesi de cenazesinin kızlarına ait olduğunu minibüste bulunan şapka ve kıyafetlerinden teşhis etti.
Özgecan’ın ölümü, kadına şiddet protestolarının sembolü oldu. Bu olayı ve sonrasını duyanlar ve görenler gözyaşlarına boğuldular. Ülkenin dört bir yanında kadına şiddet protestoları yapıldı. Mezarlığı ziyaret ettiğim gün de Mersin’de bir gösteri düzenlenmişti.

5

Mersin mezarlığında Fatiha okutan Müslümanlar ile haç sembollü Hıristiyan mezarlıkları yanyana

Mezarlıkta Bergen ile Özgecan’ın mezarlarını gördükten sonra, bu iki acı olayı bağdaştırmak istedim. Aynı kentte ve aynı mezarlıkta, Türkiye’yi ayağa kaldıran iki kadının mezarı vardı.

Hoş, Mersin’deki Asri Mezarlık’ta farklı din anlayışına sahip kişilerin defnediliyor. Fotoğraflarda, birinde ‘Fatiha’ yazılı mezar taşının karşısında, mezar taşında haç bulunan mezarları yan yana göreceksiniz.

6
Acıların Kadını Bergen’in Dramatik Öyküsü
“Bergen” sadece 30 yıl yaşadı. Hayatını Halis’e duyduğu ölümüne aşka adadı. Tek isteği şarkı söylemekti. Ancak Halis’in kıskançlık krizleri buna izin vermedi. Önce yüzüne kezzap atıp güzelliğini elinden aldı, sonra da tek kurşunla canını.
İlk aşkı Yalçın’dı. Taksi şoförü Yalçın. Ona zorla sahip olan Yalçın.
Bir gün karşısına geçip, başkasıyla evleneceğini söyleyen Yalçın.
Belgen, aşkın ilk tokadını ondan yemişti. Yiyeceği tokatların yanında bu hiçbir şeydi elbet.

Bergen'in gözünü kör eden kezzap suyu saldırısından önceki ve sonraki fotoğrafları.

Bergen’in gözünü kör eden kezzap suyu saldırısından önceki ve sonraki fotoğrafları.

Okulu bıraktı, sahneye çıkmaya karar verdi. Yaşını büyüttüler.
Şimdi ona bir sahne adı gerekiyordu.
Gazetede Norveç’in Bergen şehrinden bahseden bir haber gördü.
Çok sevdi, olmuştu bu iş.

Pavyonda kendisine uzun süre bakana, “Çok beğendiyseniz küçük oğlunuza alın” diyecek kadar çetin cevizdi. Yaralarını, şarkı söyleyerek sarıyordu. Yalçın’dan sonra kimse girmemişti hayatına. Ne olduysa Adana’da oldu. ‘Kömür gözlü adam’ her gece pavyonda karşısına kurulup bir saniye bile gözünü ayırmadan onu seyretti, her gece usanmadan kulise çiçek gönderdi… Bergen, kafasına attı çiçekleri. Halis’ti adı. Şimdi karşısında neredeyse ağlayacak gibi duran adam, hayatının kâbusu ve tabii büyük aşkı olacaktı.

Halis, gurur yaptı, gelmedi uzun süre pavyona. Ama çiçekleri yollamayı sürdürdü. “Beni tanısan seversin” diye yazdı bir karta. Bergen, çiçekleri, ilk kez o gece çöpe atmadı.
Bergen, taksitle araba almıştı. Senetlerini ödeyemeden yandı, kül oldu. Halis söndürmeye çalıştı yangını. “Ağlama” dedi, “Üzülme. Ben sana yenisini alırım…” O gün âşık oldu Halis’e… Sonra öğrendi arabayı Halis’in yaktığını. Ona yeni bir araba alarak aklını çelmek için yapmıştı bunu. Büyük aşk bunun da üstesinden geldi, evlendiler…
Defalarca dayak yedi Bergen. Sonra arada eve gelmeyen Halis’in zaten evli olduğunu öğrendi. Nikâh memuru da yalandı, şahitler de, her şey…
Ne Halis’le olabiliyordu, ne Halis’siz. Adam da deli gibi seviyordu Bergen’i, delirmiş gibi. Sahneye çıkmasını istemiyordu, “Boşanacağım” diyordu. Boşandı da… Sahneyi bırakması şartıyla evlendiler.
Bergen, evinin kadını oldu, evinin neredeyse her gün yüzü gözü dağılan kadını. Her defasında sahneye kaçtı Bergen. Her defasında Halis’in kara gözlerine bakıp barıştı. Her seferinde hayatını astığı yerden yeniden giyindi, bir kez daha bir kez daha…

Defalarca kaçtı. Mersin’e, İzmir’e… Arada ona âşık olanlar oldu, o Halis’ten başkasını sevmedi. Bir gün acı acı çaldı telefon, Ankara’daki evi yanmıştı. Yine yanında “Üzme kendini” gibi kısacık cümleleriyle Halis vardı. Yine evi eski haline o döndürmüştü. Peki yine o mu yakmıştı? “Ben yapmadım” diyordu. Halis’e güvense de güvenmese de kendine kızıyordu Bergen.
Halis ne zaman “Çıkmayacaksın ulan bir daha sahneye” diye alevlense, Bergen’in kanı hızlı akmaya başlıyordu. ‘Hangisi daha delikanlıydı yarışı’ başlayıveriyordu.
Evlendiler sonunda. 9 Ocak 1982’de günlüğüne “Evlendim” diye yazmıştı Bergen. Birlikte yaşamaya başladıktan sonra Halis yine eski hayatına dönmüştü. Bergen ise yine evinin kadını.
Peşi sıra kavgalar, dayaklar… Bıraktı Halis’i. Kaçtı gitti İzmir’e. Sahneye çıktı yeniden. O kaçtı, Halis kovaladı. Adana delikanlısı, “Üç gün sonra bütün gazeteler senden bahsedecek” dedi. Dediği de oldu.
Bir adam elindeki kovayı Bergen’e doğru savurdu. Önce bir sıcaklık hissetti yüzünde, vücudunda. Canı yanıyordu. O kovada kezzap vardı. Halis yine sahnedeydi. Görmüyordu Bergen.
Hastane yatağında rüyasına girmişti, Müslüm Gürses ile “Cehennem ateşi ahirette olur/ Sen beni dünyada ateşe attın” diye şarkı söylüyorlardı. Çok sonraları gerçek olmuştu rüyası.
Bütün gazeteler Bergen’in acıklı hikâyesini yazıyordu. Halis hapse, Bergen İstanbul sahnelerine gitti. Kısa süre görüşmediler.
Bu bile bitirmedi bu aşkı. Bergen, Halis’i ziyarete gidiyor, para götürüyordu. Şöhreti artık Türkiye sınırlarını aşmıştı. Yurtdışı turnelerine çıkıyor, sahne aldığı yerlerde izdiham oluyordu. Bülent Ersoy’lar, İbrahim Tatlıses’lerle aynı sahnedeydi artık.

Aklıysa Halis’teydi. Bir gün yine kavuştular. Aynı film yeniden çekildi. Kimse değişmiyordu. Adam kıskanç, kadın inatçıydı. Boşandılar.
Bir gün annesiyle yine bir başka şehre giderken arkadaki araba direksiyon kırıp, önlerine geçti. Halis’ti. Tartışmaya başladılar. Tek bir el silah sesi duyuldu. Bergen’in ağzına dolan kan, çenesinden boynuna ağır ağır akmaya başladı.
Bergen, acılarını da alıp bu dünyadan göçtü. Ablasına aylar önce aldığı bitki o gün ilk çiçeğini açtı. Bunun bir anlamı var mıydı?
“Bergen” sadece 30 yıl yaşadı. Hayatını Halis’e duyduğu ölümüne aşka adadı. Tek isteği şarkı söylemekti. Ancak Halis’in kıskançlık krizleri buna izin vermedi. Önce yüzüne kezzap atıp güzelliğini elinden aldı,
sonra da tek kurşunla canını.

BERGEN’İ DAHA YAKINDAN TANIYIN
Boyacı ustası bir baba ile ebe bir annenin ilk çocuğu olarak 1960’ta Belgin Sarılmışer adıyla Mersin’de dünyaya geldi. Ailenin ilk çocuğuydu, ondan sonra altı kardeş daha katıldı aileye. Yıllar sonra, Almancada “Dağlar” anlamına gelen Berge’den kendine bir sahne adı yaratacaktı.
Sarılmışer çifti 1966’da boşandı, Belgin annesiyle birlikte Ankara’ya taşındı. Yenimahalle Yunus Emre İlkokulu’nda müsamerelerde mandolin çalarken müziğe yeteneğini keşfeden öğretmenleri tarafından konservatuara yönlendirildi. Ankara Devlet Konservatuarı Piyano Bölümü’ne girdi ama maddi sıkıntılar nedeniyle ayrıldı. Yaşını büyüttü, PTT’de çalışmaya başladı.
Arkadaşlarının zoruyla sahneye çıktı
Bir gece eğlenmek için gittiği Feyman Gece Kulübü’nde arkadaş ısrarıyla kendini sahnede buldu. Kulübün sahibi İlhan Feyman
19 yaşındaki bu genç kızın sesini çok beğendi. Sahneye çıkmasını teklif etti. Bergen Türk sanat müziği, Türk hafif müziği ve dönemin modası olan aranjmanları söylüyordu.
Daha sonra Adana’daki Kuyubaşı Gazinosu’na transfer oldu Bergen. Sekiz aylık çalışma karşılığında verilecek otomobil teklifini kabul etti. Ama iş bitiminde otomobil elinden alındı ve sanatçı borç içinde bırakıldı.
O sırada tanıştığı Halis Serbes bu durumdan kurtulmasına yardım etti. Birbirlerine âşık olan ikili nişanlandı, Adana’ya yerleşti. Bergen’e sürekli şiddet uygulayan Serbes’in evli ve üç çocuklu olduğu da ortaya çıkınca genç kadın Ankara’ya döndü. Osman Hattat’la kısa bir birlikteliğin ardından Serbes’le barıştı.
Eşinden boşanan Halis Serbes’le Ocak 1982’de evlendiler. Yine Adana’ya yerleştiler. Bir süre sonra Bergen’in çalışma isteğine Serbes’in karşı çıkması ve sanatçıya yine şiddet göstermesi nedeniyle araları bozuldu. Bergen ilişkiye ara verip kulüplerde sahneye çıkmaya devam etti. O dönemde “Şikayetim Var” adlı LP’yi yaptı ama albüm beklenen ilgiyi görmedi.
Ekim 1982’de sanatçının hayatını değiştirecek olay gerçekleşti. Bergen, İzmir Alsancak’taki New York gece kulübünde çalıştığı sırada, şiddetinden yılarak kaçtığı eşi Halis Serbes’in, yanında çalışan ve daha sonraları 500 bin liraya kiralayarak azmettirdiği ortaya çıkan Şakir isimli kişi, sanatçıya bir kova dolusu kezzap attı. Yüzünün ve vücudunun büyük bir kısmı yanan Bergen’in iki gözü de kör oldu. Azmettiren koca iki aylık firardan sonra yakalanıp tutuklandı. Aylar süren tedaviden sonra Bergen’in bir gözü kurtarıldı. Yüzündeki yanık izlerini bugünlerin duayen estetik cerrahı Onur Erol tedavi etti.
Ameliyat sonrası 1984 yılında İzmir’e geri dönen Bergen’i ziyaret eden New York gece kulübünün sahibi Cengiz Özşeker, sanatçıyı tekrar sahneye çıkması için ikna etti.
1987’de TRT’nin arabesk yasağını deldi.

Bergen kendisine yaşattığı acılara rağmen kocasını affetti ve ondan boşanmadı. Zaman zaman Niğde Açık Cezaevi’ne nakledilen Halis Serbes’i ziyaret bile etti. Kezzap olayından dolayı açılan davadan da vazgeçti.
Bergen’in Mart 1986’da Yaşar Plakçılık etiketiyle çıkan “İnsan Severse” albümü büyük ilgi gördü. Bergen dönemin ünlü kulübü Stardust’ta çalışmaya başladı.
Eylül 1986’da Yaşar Plakçılık, Bergen’in üçüncü albümü “Acıların Kadını”nı piyasaya sürdü. Kısa zamanda bir milyonluk satış rakamı yakalandı. “Acıların Kadını” isimli albümün gördüğü ilgi film yapımcılarını da cezbetti. 1987 yılında Ülkü Erakalın’ın yönettiği “Acıların Kadını” filminde Bergen; Yalçın Gülhan, Asuman Arsan ve Ali Rıza Özbilgiç ile kamera karşısına geçti.
1987’de Bergen “Albümü En Çok Satan Arabesk Kadın Sanatçı” unvanını aldı. Haziran 1987’de “Yılın Arabesk Kadın Sanatçısı” ödülünü kazandı.
Bergen 1987’de İbrahim Tatlıses ve Müjde Ar’lı kadroyla gittiği Bursa’da sahneye çıkıyordu. Bu sırada Haftalık Müzik Magazin dergisinde Avustralyalı organizatör John Pale ile Bergen’in aşk yaşadığı iddia edildi. Bu haber Bergen’e pahalıya patladı. Adana Lunapark Gazinosu’nda şarkı söyleyen Bergen, gazinonun fotoğrafçısı Necmettin Utaş tarafından bıçaklandı. Saldırının gerçek nedeninin ne olduğu anlaşılamadı. Hapisten yakında çıkacak olan kocasının azmettirdiği veya gazinocular arasındaki bir hesaplaşma olabileceği iddiaları ortaya atıldı.
1987’de Bergen TRT’in arabesk yasağını ilk delen sanatçı oldu. “Musiki Maceramız” programı için Lutesse gece kulübünde gerçekleştirilen çekimlerde “Acıların Kadını”nı söyledi.

Cenazesine arkadaşları bile katılamadı
Yıl sonuna doğru İstanbul Çakıl Gazinosu’nda şarkı söyleyen Bergen kocasının hapisten çıkmasına dört ay kala, onun isteği ile sahneyi bıraktığını açıkladı. Böylece kezzaplı saldırı nedeniyle 13 yıl 11 ay hüküm giyen ama af sayesinde altı yıllık hapishane hayatının ardından Temmuz 1988’de serbest bırakılan kocasıyla Mersin’de yaşamaya başladı. Bu “huzur” kısa ömürlü oldu, 1989’da boşandılar.
1989’da Bergen, yedinci ve yaşarken çıkardığı son albümü olan “Yıllar Affetmez”i hazırladı. Albümün tanıtımı için Anadolu turnesine çıktı.
14 Ağustos’u 15 Ağustos’a bağlayan gece Anadolu turnesi kapsamında Kayseri’den Mersin’e gitmek için annesi ile birlikte yola çıktıklarında Halis Serbes’in kendilerini takip ettiğini fark ettiler, polisi arayarak durumu bildirdiler. Tedbir alınacağını öğrenince yollarına devam ettiler. Tarsus-Pozantı E-5 Karayolu’nun Çamalan Yaylası mevkiindeki Aspava lokantasında gece 04.00 sularında Halis Serbes, Bergen ve annesinin karşısına çıktı. Serbes ile tartışan sanatçı, arabaya binmek üzereyken Halis Serbes’in silahından çıkan altı kurşunun hedefi odu. Serbes, Bergen’in annesi Sabahat Çakar’ı da üç kurşunla yaralayarak kayıplara karıştı. Olaydan bir gün sonra Bergen sanatçı arkadaşlarının bile katılamadığı, apar topar düzenlenen bir cenaze töreniyle Mersin’de toprağa verildi.
12 Mart 1992’de kaçtığı Almanya’dan getirilen Halis Serbes çıkarıldığı mahkemede 1 yıl 3 ay hüküm giydi. Ancak zaman aşımı, Almanya’da mahkumiyet süresi gibi hafifletici sebeplerle sadece yedi ay sonra serbest bırakıldı. 1993’te yeniden evlenen ve şu an Adana’da yaşayan Halis Serbes’in dört çocuğu var. Serbes önce gazetelere yaptığı nedeniyle pişman olduğunu söyleyen röportajlar verdi, bir süre sonra ise yaptığından hiçbir zaman pişmanlık duymadığını, Bergen’in bu yaşananları “hak ettiğini” açıkladı.

TEPKİLER
“Kezzap bile bu kadını çirkinleştirememiş”
Erol Atar (Fotoğrafçı)
-1970’lerde Ankara’da fotoğrafçılık yapıyordum. Bergen bana fotoğraf çektirmeye gelirdi. Çok güzel bir genç kızdı. Şu anda önemli yerlerde olan erkeklerin de bulunduğu ilişkiler yaşadı.
-Bir gece Sezen Aksu ile çıktığı kulübe gittik. Sezen Bergen’e baktı baktı dedi ki “Kezzap bile bu kadını çirkinleştirememiş”.
-Bergen fotoğraf çekimlerinde yüzünün yaralı tarafına polyester yapıştırırdı. Onun üzerini pullarla süslerdi. Saçının bir kakülünü o gözünün üzerine örterdi. O hazırlıklarını yaparken gözünün olmadığı çukura bakamazdım, içim kalkardı.
-Bergen hoppa bir kızdı, başına buyruktu. Şimdi belki geçerli bir şey bu ama o devir için geçerli değildi.
“İnternetten en çok ‘Acıların Kadını’ şarkısı indiriliyor”
Mustafa Kekeva (Yaşar Plak’ın sahibi)
Bergen’in Yaşar Plak’tan çıkan albümleri 4 milyondan fazla sattı. En çok satan albümü “Acıların Kadını” 1 milyon rakamını geçti.
Bergen albümleri hâlâ satılıyor müzik marketlerde. “Benim İçin Üzülme”, “Acıların Kadını”, “Sen Affetsen Ben Affetmem” internette en çok tıklanan şarkıları.
“Kalçasından aldığım deriyi yüzüne ekledim”
Prof. Dr. Onur Erol (Estetik cerrah)
-Yılın Tıp Adamı dalında Sedat Simavi ödülü alan bir plastik cerrahtım, herhalde onun da etkisiyle Bergen ameliyat olmaya bana geldi. En az üç kez ameliyat ettiğimi hatırlıyorum onu. Çünkü dokuların iyileşmesi, olgunlaşması aylar sürer bu tip yanıklarda. Zımparalama yöntemiyle Bergen’in derilerini soymuştuk.
-Bergen’in sağ gözü çıkmıştı, kapakları kapanmıyordu. Sonradan eklenecek protez için göz çukuru yaptım. Burun kanatları yok olmuştu, oraya kıkırdaklar kondu. Yüzüne kalçasından deri eklendi.
“Tek gözüyle kullandığı arabayla eve dönerken dualar ediyordum”
Sinan Özşeker (Müzisyen)
-Bergen kocasının kezzaplı saldırısına da bizim kulübün çıkışında uğradı. Bergen’de ne sahneye çıkacak güç ne görüntü ne inanç vardı. Babam Cengiz Özşeker tam bir terapist gibi onu sahnelere hazırladı.
-Alkolle arası çok iyiydi, sıkı içerdi. Çalışması zor bir sanatçıydı. Kaprisliydi. Kezzap olayından sonra psikolojisi de bozulduğu için belki böyleydi.
-Onunla ilgili bir anımı anlatayım, bir gece onunla eğlenceye gittik. Tek gözüyle ve sarhoş halde kullandığı arabasına binmiştim. O kadar çok korkmuştum ki eve sağ salim varayım diye dualar etmiştim.
“Sesi de iyiydi ama efsaneleşmesinin nedeni çektiği acılar ve ölümü”
Murat Meriç (Müzik tarihçisi)
-Bergen tam 12 Eylül’ün sonrasında, en karanlık dönemlerde çıktı. O sırada arabesk bütün toplumu sarmıştı.
1960-1970’lerdeki melodramlardaki kadınların vücuda gelmiş haliydi Bergen.
-Bergen 80’lerin en iyi kadın arabeskçileri arasındadır Bugün
herhangi bir müzik markete gittiğinizde Bergen albümleri görebilirsiniz. Raflarda 80’lerin sanatçısı olan bir ismin albümlerinin bulunması o albümlerin hâlâ sattığı anlamına gelir.
“Sahiciliği tutmasını sağladı”
Naim Dilmener (Müzik yazarı)
-Tutma sebebi samimiyet ve sahiciliktir. Standart kurallara vurduğumuzda, kendisi de albümleri de şarkıları da “iyi değildir” bile diyebilirim. Çok ağladığı, inlediği de söylenebilir.
-Bergen kulvarında ilk üç içinde bile değildi. Gülden Karaböcek, Kibariye ve Ayşe Mine tepedeydi.
Bu üç dev isim, şu an aynı yerde değiller. Bergen de yaşamına devam ediyor olsaydı, aynı yerde olmayacaktı.
Hem 12 Eylül’leri ardımızda bıraktık, hem de çağ değişti. Bu çağda Bergen, yeni şarkılar-yeni albümler
ile kimseye bir şey ifade etmezdi.
Bergen albümleri:
1982 Şikayetim Var
1983 Kardeşiz Kader
1985 İnsan Severse
1986 Acıların Kadını
1987 Onu da Yak Tanrım
1988 Sevgimin Bedeli
1988 İstemiyorum
1989 Yıllar Affetmez
Bergen’in vefatından sonra çıkan albümleri:
1990 Giden Gençliğim
1990 Garibin Çilesi Mezarda Biter
1991 Son Ağlayışım

—–***———————————————————————————————————-

MERSİN’DE GİZLİ KALMIŞ BİR EFSANE YAŞIYOR: TURGAY OKTAR

Türk Hava Kurumu, Havacılık Dünya Federasyonu, Mersin Lisesi Mezunları Derneği, Mersinliler Derneği, İçel Sanat Kurumu , Mersin Opera ve Bale Dernekleri Başkanlığı yapan gizli efsane Turgay Oktar, şimdi sabahları yürüyüş arakadaşım oldu

Onu ilk kez, Mersin’in Tece kasabasında bir sabah yürüyüşünde görmüştüm.
Elinde naylon poşetler, arkasında mutlu köpekler ordusu ile yürüyordu.
Yürüme güzergahındaki akarsuyun üzerinden geçen bir köprüde duruyor ve poşetlerdeki yiyecekleri akarsuya döküyordu. Sonradan anladım ki, poşetlerden attığı yiyecekler balıklar içindi.

Sabahları yaptığım yürüyüşlerde rastladığım Turgay Oktar, elindeki poşetlerle ilgimi çekmişti. Onunla bir hatıra fotoğrafı çekilmeyi istediğim zaman elindeki poşetler ile görünmek istememişti. Poşetler fotoğrafta Turgay Oktar'ın arkasında görülüyor.

Sabahları yaptığım yürüyüşlerde rastladığım Turgay Oktar, elindeki poşetlerle ilgimi çekmişti. Onunla bir hatıra fotoğrafı çekilmeyi istediğim zaman elindeki poşetler ile görünmek istememişti. Poşetler fotoğrafta Turgay Oktar’ın arkasında görülüyor.

İlginç bir tavrı vardı. Yürüyüş boyunca rastladığı kağıt parçalarını ve pislikleri elindeki poşete dolduyordu. Sonra da bunları bir çöp kutusuna atıyordu.

Bu çevre dostu adam o kadar ilgimi çekmişti ki, sabahları sadece selamlaştığımız bu adam ile konuşmaya karar verdim.
Ve konuştum da…
İyi ki konuşmuşum.
Gazetecilik yaşamıma renk katacak yeni bir söyleşi kazanmama neden oldu bu konuşma.
O’nunla artık sık sık yürüyüş boyunca konuşuyordum.
Önce ben kendimi tanıtmaya çalıştım ama O beni tanıyordu.
Yaşamımı ve hatta aile bireylerimi bile tanıyordu.

Turgay Oktar, Mersin Tece'de inşa ettiği 150 daireli  Oktar-Kardelen sitesinin önünde görülüyor.

Turgay Oktar, Mersin Tece’de inşa ettiği 150 daireli Oktar-Kardelen sitesinin önünde görülüyor.

O’nu dinlediçe, ilk gördüğüm ‘eli poşetli, ‘arkasında bir köpek ordusu olan’, rahat

görünümlü ama giysilerinin tamamı marka olan adamın yerine, eli ataşe çantalı, kravatlı bir beyefendi, bir diplomat tipi canlanmaya başladı gözümde.
Yaşam öyküsünü dinlemek için gittiğim evinde de böyle bir tip ile karşılaştım zaten.
Türk Hava Kurumu Yönetim Kurulu Üyeliği ve Şüra Başkanlığı, Dünya Havacılık Federasyonu’nda (F.A.İ)Türkiye Temsilciliği, Türk Hava Kurumu Mersin Başkan Yardımcılığı yapan 77 yaşındaki Turgay Oktar, Tece’de 150 daireli bir konut sitesinin sahibi olarak beni ağırladı.

Turgay Oktar, yaşamı boyunca pek çok ünlü ile bir araya gelmişti. İşte bunlardan ikisi. Sabiha Gökçen ve Süleyman Demirel.

Turgay Oktar, yaşamı boyunca pek çok ünlü ile bir araya gelmişti. İşte bunlardan ikisi. Sabiha Gökçen ve Süleyman Demirel.

Neler yapmamış neler bu içine kapalı ama gününün büyük bir kesimini insanlığa hizmet için ayırmış olan adam?

Gençliğinde öğrencilik yıllarını başarıyla tamamlamış. Üniversitede iken T.M.Talebe Federasyonu’nda öğrenci liderliği yapmış. Öğrenciliğinden sonra öğrtemen olmuş ve Yayladağ’da Lise Müdürlüğü yapmış. Kadıncık Barajı’nda İspanyollar ile birlikte yöneticilik ve işçi temsilciliği yapmış. Türk-İş’te Disiplin Kurulu Üyeliği yapmış.
1997’den sonra, Mersin Lisesi Mezunları Derneği Kurucu Üyesi olarak Başkan Yardımcılığı yapmış. Mersinliler Deneği Kurucusu ve Başkanı olmuş. İçel Sanat Kulübü Kurucu Üyesi olmuş ve Başkan Yardımcılığı yapmış. Mersin Turizm Derneği Kurucu Başkanı olarak da turizm elçimiz olmuş. Daha sonra da Opera ve Bale Kulübü’nü (AGOB) kurmuş ve yönetmiş.
Mersin’de havacılığa gönül vermiş kişilerle Medex ve Yamaçfly Kulülerini kurmuş ve yönetmiş.

Turgay Oktar'ın evindeki hatıraları arasında çok değerli madalyalar ve nişanlar var.

Turgay Oktar’ın evindeki hatıraları arasında çok değerli madalyalar ve nişanlar var.

Daha sonra gümrükleme işine girmiş.

Uluslararası bir firma ile nakliye, gümrükleme ve ihracat işine girmiş.
Çok kazanmış o zamanlar. Daha sonra akrabası olan ünlü Kayhan Oktar’ın bir arkadaşı kanalıyla Türk Hava Kurumu yönetimine girmiş. Burada Başkan Yardımcılığı’na kadar yükselmiş. 710 şubeden 5 kişi, Genel Kurmay’dan 5 kişi ve Devlet’ten 5 kişiden oluşan Federasyona Başkan Yardımcısı olmuş.
Turgay Oktar daha sonra, modern uçaklarla paraşüt eğitimine dikkat kesilmiş. Gençleri havacılığa teşvik etmiş. Tüm yurtdışı seyahatlarında turizmi incelemişve bu konuda gerekli yerlere raporlar hazırlamış.

Turgay Oktar'a, Türk Hava Kurumu'na yapmış olduğu hizmetlerden ötürü verilen Altın madalya bildirisi.

Turgay Oktar’a, Türk Hava Kurumu’na yapmış olduğu hizmetlerden ötürü verilen Altın madalya bildirisi.

1997 yılında 85 ülkenin katılıyla yapılan Dünya Havacılık Olimpiyadı’nı başarıyla organize den 15 kişiden birydi. Zamanın Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel tarafından da izlenen olimpiyada gelen binlerce katılımcının ağarlanma işi Turgay Oktar’da idi. Konuklar tam 9 bölgede ağarlanmışlardı.

Üst düzey konuklar 5 yıldızlı otellerde, sporcular kışlalarda ağarlanmışlardı.
Ürgüp Kapadoka’da, Adana’da, Mısır’da ve Ankara’da planörler ile 9 branşta yarışmalar düzenliyor.
Hava Kuvvetleri Komutanı ile birlikte organize ettikleri Ankara’daki gösterilere 2000 davetli geliyor. Bu davetliler arasında ülkelerin büyükelçileri çoğunlukta. Tam 500 otobüs tahsis edilmişti bu gösteriler için.
Dünya Havacılık Federasyonu’nun 1997’deki bütçesi 57 trilyon gibi astronomik ve rekor düzeyde olduğu halde tüm mastarflar Türkiye tarafından karşılanmış.
1937 doğumlu olan Turgay Oktar’ın babası ve amcaları müzisyendi. Halit Oktar Caz Orkestrası Mersin’de büyük bir üne sahipti.
Evinin dört bir yanı ödüller ve sertifikalarla dolu. Tabii ki babasının Caz Orkestrası fotoğrafları da…
İşte böyle bir adamdı Turgay Oktar.
150 konutluk Oktar-Kardelen Sitesi’nin önünde fotoğrafını çekerken, eli poşetli, balıklara yem atan ve yerlerden kağıt parçalarını toplayan görüntü gitmiyordu gözümün önünden…

Turgay Oktar müzikal bir ailenin çocuğu olarak kültür ve sanata çok önem verdi.

Turgay Oktar müzikal bir ailenin çocuğu olarak kültür ve sanata çok önem verdi.

Mersin’deki çalışmalarının devam ettiğini söyleyen Yurgay Oktar şu mesajı verdiyor: ‘Mersin sanat açısından takdire şayan bir kenttir. Yakın arkadaşım olan Opera Genel Müdürü Selman Ada ile Opera ve Bale Müdürü Aslı hanımın projeleri başarıyla devam ediyor. Mersin Yenişehir Belediye Başkanı İbrahim genç’in Mersinliler’e kazandırdığı Kültür Mrekezi dünya çapında. Bu Kültür Merekezi Mersin Opera ve Bale Kulübü’ne tahsis edildi. Şimdi Dünya Opera Festivali için çalışmalarımız sürüyor.

Her sabah yürüyüşüme devam ediyorum ve çevre temisliğinden sonra köpeklere, kedilere ve balıklara gıda vermeyi sürdürüyorum.’
Aslında Mersin, bu kentte görev yapmış ve sonradan emekliye ayrılmış binlerce bürokratın yaşamlarını sürdürdükleri bir kenttir. Hatta başka yörelerden de emekliler Mersin’e gelip yerleşirler. Mersin’e yerleşen bu binlerce kişi arasında, yıldızlaşmış isimler çoktur.
Yabancı ülkelerden de gelip yerleşenler hesaba katıldığı zaman, Mersin; İstanbul’dan sonra Türkiye’nin en çok göç alan kentidir.
Mersin nüfusu hakkında kısa bilgiler:
Şu andaki nüfusun ancak %37’si Mersin’in yerli, %17’si Doğu Anadolu kökenli, %5’i İç Anadolu kökenli, %23’ü Güneydoğu Anadolu kökenli, %8’i ise Akdeniz Bölgesi kökenlidir. Bu bölgelere dair elde edilen veriler nüfusun çoğunluğunu oluşturan bölgelerdir. Buna bağlı olarak Mersin’e en yoğun nüfus Diyarbakır, Adıyaman, Malatya, Şanlıurfa, Mardin, Siirt, Muş ve Adana’dan göç almıştır. Mersin halkının köken dağılımına baktığımızda ise %45.3’lük bir oranla Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri gelmektedir.
Mersin’nin, sahip bulunduğu istihdam imkanları yanında, tarım, ticaret ve diğer hizmet sektörlerinin nüfus göçünde ve artışında öteden beri çekici bir rol oynadığı belirmektedir. İl, 1990 Genel Nüfus Sayımı sonuçlarına göre nüfus artış hızı 73 il arasında 6. Sırayı alırken, süreci 20 yıl civarında tarihlenebilecek bir içgöçün ev sahipliğini yapan Mersin, Türkiye’de kent merkezi nüfus artış sıralamasında en yoğun nüfus artışı ile ilk sıraları almaktadır.
Mersin iline ilişkin bir başka değerlendirme söyledir: Türkiye nüfus artış hızından (15.08) daha yüksektir. Ayrıca bölgesel baktığımızda Mersin ili yine Akdeniz Bölgesi nüfus artış hızından (19.27 binde) yüksektir. Yani Mersin ili 24.49 (binde)’luk artış hızıyla Türkiye ve Akdeniz bölgesi nüfus artış hızından daha yüksektir.

 




Leave a Reply

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

error: Content is protected !!
Haber her gün e-postanıza gelsin

Haber her gün e-postanıza gelsin

Yeni haberleri e-postanıza ulaştırmamız için mail adresinizi girmeniz yeterli.

You have Successfully Subscribed!