Yaşadığımız olumsuzlukların Hollanda’ya göçün 50. yılına tesadüf ettirilmesine bakılırsa, örgütlü toplum olma yolunda maalesef bir arpa boyu kadar yol alamadığımız ortaya çıktı. 50. Yıl kutlamaları sönük ve donuk geçti.
Oylarımızla seçtiğimiz milletvekillerinin parti gurup kararına feda edilmesini sineye çektik. Arzu edilen ölçüde toplumsal tepki veremedik. Sosyal demokrat olduğunu iddia eden bir partinin, yandaşları ya da oydaşları olarak, kendi aramızda ideolojik tercihlerle ayrıştık, toplumsal birlikteliğimizi riske attık. Çok sesli senfonik orkestra gibi değil, kulakları tırmalayan akordu bozuk cayırtılar çıkarttık.
Ortak aklın gereği olan sosyal dayanışmayı harekete geçiremedik. Muhatabı olduğumuz anti-demokratik uygulamaya Türkiye’nin tepkisini eleştirdik. Çek elini üzerimden, gölge etme, başka ihsan istemem diye, kuru sıkı uyuşuk naralar attık. Çamura battık, yan yattık, kaçak güreşen yalancı pehlivan gibi havlu attık. Belki de farkında olmadan düzenin bubi tuzağına bastık. Yanımızda ve arkamızda olması gereken ülkemize kafa attık.
Bizim adımıza kaygılarını dile getiren ve çoğumuzun hala vatandaşı olduğu ülkenin değil, sosyal ve ekonomik refaha erişmesinde 50 yıllık alın terimizi görmezden gelen sömürü düzeninden yana tavır aldık. Kendi vatandaşlarıyla direkt ilgi ve alakası olmadığı halde, bağ, bahçe (gezi) olaylarında demokrasi ve ağaç hakları adına, gelişmeleri kaygıyla izliyoruz diye diplomatik baskı yapanların yanında tavır aldık. Bir olmadık, birlik olamadık. Her fırsatta dile getirdiğim lobicilik konusunda sınıfta kaldık.
Şimdiye kadar, sosyal refah ve edindiğimiz hakları elimizden alan siyasi partilerin desteksiz savuran Türk adaylara inandık destek sağladık. Partilerin ideolojik yapısına, parti proğramlarına bakarak oy kullanmadık. Ya ahbap çavuş ilişkisiyle, ya da büyük parti iktidar olur düşüncesiyle siyasi tercihler yaptık. Sosyal düzen, sosyal adalet ve iç huzuru bozacak gelişmelere biçare kaldık.
Bir çok partinin insan hakları alanında, tavizkâr tutumlarının farkına varamadık. Ani bir politik değişiklikle, azınlık haklarının kısıtlanır olmasını umursamadık. Entegrasyon adına yürütülen politikaların, gerçekte asimilasyon amaçlı olduğunu algılayamadık.
Şayet önlemini alamaz, ortak aklı devreye sokamaz, toplumsal mühendislik yapamaz ve toplumsal birlikteliğimizi oluşturamaz isek, yıldırma ve baskı amaçlı politikaların bizleri korkutup sindireceğinden endişe ederim. Uyum ve iç huzur bahanesiyle, kültür ve değerlerimize sahip çıkan ve yaşatmaya çalışan STK’larımızı kapatma yoluna giderek gerginliği tırmandırıcı uygulamaların getirilmesinden korkarım.
İnsan evladı yakın tarihte, dünya üzerinde yöneten sınıfın sebep olduğu yanlış ve hatalı politikaların acı tecrübelerini yaşadı ve hala yaşamakta. Ben yine de her şeye rağmen Hollanda’da aklı selim ve sağduyunun siyasete hakim olacağına olan inancımı yitirmek istemem. Temennim odur ki, politikacılar huzursuzluğa sebep olacak, Hollanda’nın iç ve dış itibarını zedeleyecek tavır ve davranışlardan sakınırlar.
Aksi durumda şiddete yönelmeden demokratik haklarımızı kullanarak, tepki göstermek en akılcı yol olacaktır. Yeter ki bizler, bu gün olduğumuzdan daha uyanık olup, demokratik kurallar dışına çıkmadan, tepkimizi seçim sandıklarına yansıtarak tüm siyasi partilere kullanacağımız oyların kıymet ve değerini bildirelim. Yoksa bugünden yapacağımız hatanın bedelini gelecek nesillerimize pahalıya mal olacak şekilde ödetmiş oluruz.
Şimdiden yaklaşmakta olan yeni yılınızı tebrik eder, sizler için başarı ve sağlıklı yıl olmasını dilerim.