Doğulu toplumların fertleri mizaç itibariyle rasyonellikten ziyade duygularla hareket ederler. Hatta bazılarının genlerinde rasyonellik molekülünün olmadığını iddia etmek bile mümkündür. Nitekim bir çok Batılı toplumda çok olağan görülen bir tavır Doğulularda olağanüstü bir durumdur. Bunun hem toplumların hem de fertlerin ilişkilerinde çok ciddi etkileri olmaktadır. Özellikle de siyasette bunu açık bir şekilde gözlemlemekteyiz. Siyaset bir metottan ziyade bir ölüm kalım meselesidir. Haliyle de her ne pahasına olursa olsun kazanılması gerekir.
Bu durum her ne kadar kendimizi Batılı kabul etsek de, biz Batı Avrupa Türkleri için de geçerlidir. Hayatın her alanında bunu tecrübe etmekteyiz. Sanki uzlaşmayı değil de çatışmayı bir metot olarak benimsemişiz. Herhangi bir konuda fertlerle birebir yaptığınız görüşmelerde bir sonuca varabilirken, toplum olarak ortak bir hareket noktası bile bulamıyoruz. Her grup kendi yaklaşımını diğerlerine dayatma çabası içinde olduğu için bırakın meselelere çözüm üretmeyi, onları daha da içinden çıkılamaz hale getiriyoruz. Üstelik de hep birlik beraberlik lafları ederek. Eylem ve söylemde tutarsızlık sanki bir ilke haline gelmiş. Zaten bizde bir partiden veya hareketten ayrılanlar isimlerine hemen bir “Birlik” ibaresi koymuyorlar mı? Ayrılarak birlik nasıl olacaksa! Bundan tam iki yıl önce yazdığım “Birlik Beraberlikmiş, Külahıma Anlat” başlıklı köşe yazımda da bu konuya değinmiştim. Değişen bir şey yok, yine herkes birlik beraberlik çağrısı yapıyor ama çağrıyı yapanların bile ‘birlik’ olduğu şüpheli.
(Toplumsal) Birlik kavramının tanımını yapmadan böyle bir birliği gerçekleştirmek mümkün değildir. Nitekim bırakın bir toplumu birden fazla kişinin olduğu yerlerde farklılıklar olacaktır ki bu da gayet tabii bir durumdur. Herkesin kendine mahsus bir bakış açısı ve referansları vardır. Benim gördüğümü bir başkasının da mutlaka görmesi gerekmez. Referanslar farklı olduğu zaman aynı görüntünün çok farklı yorumları da ortaya çıkabilir. Bizim gibi duygusal toplumlarda da en önemli referans duygular olduğu için ortak bir yorum yapmak oldukça güçtür. Bu siyasette de böyledir, sosyal hayatta da. Bunun etkisini ortak akıl üretme noktasında en bariz bir şekilde gözlemlemekteyiz. Ortak akla en fazla ihtiyacımız olduğu zamanlarda da en fazla ayrıştığımıza şahit oluyoruz. Peki birlikten neyi kasdediyoruz ve nasıl olmalıdır?
Birlikten bahsedilince genel olarak bahsedenin kendi kafasındaki düşünce etrafında birlik kasdedilmektedir. Haliyle çağrı yapılan fert veya gruplar onun belirlediği çerçevede birlik olmalıdırlar. Hal böyle olunca da kendisini o çerçeve içinde bulamayan fert ve toplumlar tabii olarak çağrıya kulak tıkamaktadırlar. Halbuki birliğin bir çok tezahürü vardır. Bir fikir, bir hedef, bir amaç, bir çıkar etrafında gibi somut bir birlik olabileceği gibi, soyut ve genel bir birlik de mümkündür.
Somut birliklerin çerçevesi belirgin olduğu için olumlu veya olumsuz bir yargıda bulunmak nispeten kolaydır, ancak genel birlikte durum biraz karmaşıktır. Haliyle de gerçekleşmesi daha da zordur. Kanaatime göre böyle bir birliğin gerçekleşmesinin ana şartı evrensel değerlerdir. Bu değerler etrafında birliği sağlamak mümkündür. Üstelik böyle bir temel, özel alanlarda birlik için de ciddi bir fırsattır. Toplumsal birliğin ana şartı birlik içindeki farklılıkları kabul etmektir. Bunun olmaması birliğin gerçekleşmemesi anlamına gelir. Biz buna asgari müştereklerde birlik diyoruz. Adı üstünde asgari müşterek (herkesin üzerinde mutabık olduğu ortak nokta), ama biz bunun yerine azami farklılıklar ararız. İşte bu asgari müşterekleri belirlemenin yolu azami farklılıklara tahammül edip, onları ayrışma için argüman olarak görmemekten geçer.
Bizim henüz evrensel değerler etrafında birliğimiz bile gerçekleşmemişken milli ve siyasi birliğimizin olmasını beklemek safdillilik olacaktır. Bir taraftan birlikten bahsediyoruz, diğer taraftan bizim gibi düşünmeyenleri en ağır ifadelerle itham ediyoruz. Kendimizden farklı düşünenlerin niyetlerinden şüphe ettiğimiz için de çoğu zaman onları ihanetle suçluyoruz. Bunu herkes yaptığı için de bir türlü asgari müşterekler belirlenip onların etrafında birlik olamıyoruz. Halbuki etrafımızda bunu becerebilen o kadar çok toplum var ki, sadece onlara bakarak bile bir şeyler öğrenmemiz mümkün.
Mesela hep örnek olarak gösterilen Yahudi toplumuna bir bakalım. Onlar bir çoklarının sandığı gibi homojen bir toplum değildir. Bizde ne kadar farklılık varsa Yahudi toplumunda da bir o kadar vardır, ama onlar toplumsal menfaatler söz konusu olunca farklılıklarını bir kenara itip birlik olabiliyorlar. Biz ise duygusallığımızın da etkisiyle farklılıklarımızı öne çıkarıp ‘birlik’ çağrısı yapıyoruz. Rasyonellik ise ara ki bulasın!