Avrupa’ya Türk işçi göçü 1960’lı yılların başında başlamıştı. Önceleri, ‘Almanya’da iş imkanı var’ müjdesini duyanlar, pılını pırtısını bile toplamadan göç etmeye başladılar. Türk işçi göçü daha sonra diğer ülkelere de yayıldı.
Ülkeler, işlerine yarayan işçileri yığınlar halinde alabilmek için, Türk hükümetleri ile mukavele imzalamaya başladılar.
Hollanda ile İşgücü Anlaşması, 19 Ağustos 1964 yılında Lahey’de, hem de Fransızca olarak imzalandığı zaman, bu ülkeye daha önceden gelmiş işçi sayısı 3000 kadardı. Haliyle bu 3000 Türk, imzalanan sözleşmedeki haklardan yararlanamamışlardı.
Peki, imzalanan sözleşme çerçevesinde buraya getirilen Türkler haklarını almışlar mıydı?
Ne yazık ki bu sorunun yanıtı kocaman bir ‘Hayır’dır.
Yurttaşlarımızın buralara geldiği ilk yıllarda, iskan ve sağlık sorunu içler acısıydı. Bir odada ve ranzalarda 8-10 kişi yatıyordu. Hastalanan yurttaşlarımızın evine işyeri doktoru anında kontrola geliyor ve ‘Sen hasta değilsin’ diyerek derhal işbaşı yapması isteniyordu.
Mübalağa olmasın ama, bu sıkı kontrol sistemi hasta yurttaşlarımızı çok zorluyordu. Zorlamak da ne demek, bazı yurttaşlarımız bu kontrollar sonucunda hayatlarını kaybetmişlerdi.
Amsterdam’daki NDSM tersanesinde çalışan bir yurttaşımız, kendisini hasta yatağından işe gönderen doktorun hatası sonucunda işyerinde vefat etmişti. Bu vicdansızlık için binlerce yurttaşımız ve onları destekleyen Hollandalılar büyük bir protesto yürüyüşü yapmışlardı.
Ne acı bir tesadüftür ki, aynı günlerde Belçika’da, aynı ortamda hayatını kaybeden bir Türk için de protesto gösterisi yapılmıştı.
Tam bir dramaydı göç serüvenleri. Gidenlerin her birinin ayrı ayrı ‘Göç öyküleri’ vardı. İçlerinde taşıdıkları acıyı anlatırlardı hep.
‘Acılar paylaşıldıkça azalır’ derler ama, bu savın doğru olup olmadığını, göç edenlere sormak lazım.
KÖLELİKTEN KURTULUŞ
Hollanda’daki Türkler, şimdi artık kölelikten kurtuldular ve mutlu olmaya başladılar. İkinci nesil Türkler’in çoğu, babaları ne yaptıysa onları yaptılar.
Yani kalifiye olmayan işlerde çalışmaya devam ettiler. Ama üçüncü nesile ait Türkler, kıskandıracak ve parmak ısırtacak kadar ileri gittiler. Eğitim gördüler. En iyi işlerde koltuk kapmaya başladılar. Siyasete girdiler. Hollanda parlamentosuna 11 milletvekili kazandırdılar. İl Genel Meclisleri’ne 25, Belediye Meclisleri’ne 500’ün üzerinde üye verdiler.
İşyerleri açtılar. Önceleri kahvehane, lokanta, manav ve kasap dükkanları çalıştırdılar. Sonraları büyük işlere başladılar. Süpermarketler açmaya başladılar.
Fabrika açanların sayısı da az değil. 20 bin işyerinde 100 bin kişi çalıştırıyorlar.
Hollanda ve Türkiye hazinelerine milyarlar kazandırıyorlar. Tabii ki kendileri de çok kazanmaya başladılar.
ŞİMDİKİ DURUM
Şimdilerde, birinci nesilin yarısından çoğu Türkiye’ye yerleşti. Bir kısmı hakkın rahmetine kavuştu. Cenazeler hep Türkiye’ye gönderildi. Ama şimdi artık Hollanda’da ‘İslam mezarlıkları’ açılmaya başlandı. Artık burada gömülüyor Türkler.
ANALİZ
Eğri oturup doğru konuşmak gerekirse, Türk işçi göçü meşekkatli bir serüvendi. Şimdi artık göçten söz etmemek lazım. Artık azınlık olsak da yerleşik biz düzenimiz var.
Bu ara Türk ve Hollanda hükümetlerine haksızlık ettiğimiz zamanlar da oldu. TRT radyosunu cızırtılı dinleyebildiğimiz yıllarda, Türk hükümetlerinin kabadayılık yapacak bir hali yoktu. Hoş, buraya gelen Bakanlarımız ve milletvekillerimiz bol keseden konuşup gidiyorlardı. Yurttaşların sorunlarını güya not ediyorlardı. Ama bu notlar maalesef sigara paketlerinin arkasına yazılıyordu. Sonraları durum değişti. Sorunları ciddiye alan bakanlarımız da oldu.
Hollanda cephesinde de durum aynıydı. Sağduyulu ve duyarlı bakanların yanında, benim ‘Vicdansız Sabuha’ diye lakap taktığım Entegrasyondan Sorumlu Bakan bayan Rita Verdonk’un yanında, demokrat politikacılar da vardı.
Bir ara çok kızmıştık Hollandalılar’a. ‘Hollanda’da bir tek demokrat bile yok’ iddiasını yapacak kadar kızmıştık. Vicdansız Sabuha Verdonk’tan sonra hükümet değişikliği sonrası O’nun yerine gelen bir başka bayan Ella Vogelaar umudumuz olmuştu. Ama o da aynı politikayı sürdürmüştü. Bir gün bu Bakan’a, aile birleşimi konusunda bir soru yöneltmiştim. Verdiği yanıt hiç de tatmin edici değildi. Ben de çok kızmış ve bu Bakan’a, ‘Siz bize umut vermiştiniz, ama görüyorum ki sizin de Verdonk’tan farkınız yokmuş. Siz Verdonk’un klonlanmışısınız.’ dediğim zaman kıyamet kopmuştu.
Hollanda’nın ender güzelliklerinden biri de buydu herhalde. Zira aynı sözleri Türkiye’de bir Bakan’a söylemiş olsaydım, anında tutuklanırdım herhalde…
Analizimi özetlemek gerekirse, Türk göçü kötü başladı. Umursamazlık yıllarca sürdü. Sahiplenmedik. Biz, birkaç gazeteci Türk, yurttaşlarımızı sahiplenir olduk. Ama bu sahiplenme de sınırlıydı tabii…
Kendilerini geliştiren Türkler derneklerini ve federasyonlarını kurarak kendi kendilerini sahiplenmeye başladılar.
Sonuç: Kimi memnun, kimi solgun…
Bu durum insanlar yaşadıkça devam edecek.
Ama en sonunda insanlar arasındaki fark ortadan kalkacak ve ayrımcılık nedenleri de silinip gidecek.
50’NCİ YIL ETKİNLİKLERİNDE GARİP KALDIK
Hollanda’ya Türk işçi göçünün 50’nci yılı maalesef büyük bir organizasyon ile anılmadı ve kutlanmadı. Türkiye-Hollanda İlişkilerinin 400’üncü yılı büyük ve değişik etkinliklerle kutlanırken, Türkler’in Hollanda’ya gelişlerinin 50’nci yılı ne yazık ki, bir kaç etkinlik ile anıldı. Ne Hollanda ve ne de Türkiye devleti bu konuda bir tek hatırlatma bile yapmadı.
Biz, medya mensuplarının bir kaç yazısından başka, sadece bir tek etkinlik yapıldı.
Hollanda’ya Türk işçi göçünün 50’inci yılı kutlamaları çerçevesinde Amsterdam Vrije Üniversitesi’nde bir sempozyum yapıldı. Bu sempozyumu düzenleyenlerin hakkını vermek için, bu etkinlikten biraz söz edeyim isterseniz:
Başkanlığını Veyis Güngör’ün yaptığı Hollanda Türkevi Araştırmalar Merkezi ve Ankara’da bulunan Halk Kültürü Araştırmaları Kurumu’nun ortaklaşa organize ettikleri Hollanda’ya Türk İşgücü Göçünün 50’nci Yılında Türkiye-Hollanda İlişkileri Sempozyumu’na Türkiye’den 60 akademisyen olmak üzere, Almanya, Ukrayna ve Azerbaycan ve Hollanda’dan 180 konuk katılmıştı.
Konuyla ilgili bundan sonraki sempozyum Kasım ayı başında Ankara’da yapılacak.
Bu sempozyum bu kez, Başkanlığını Hikmet Eren’in yaptığı EKO AVRASYA ile Hollanda Türkevi Araştırmalar Merkezi’nin ortak organizasyonu ile yapılacak.
Bakanların, milletvekillerinin, büyükelçi ve konsolosların, çeşitli üniversitelerde görevli profesörlerin ve uzmanların katılacağı Ankara’daki sempozyuma Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın da katılma ihtimali var.